BEŞİKTAŞ
20 Temmuz 2020

BEŞİKTAŞ’IN ŞEFKAT YUVALARI

Beşiktaş’ın şefkat yuvaları

“Yetimler yurdu” anlamına gelen darüleytamlar, Balkan Savaşları sonrası şehitlerin yetim kalan çocukları için açılmıştı. Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar sayıları on binlerle ifade edilen bir neslin yolu zorunlu olarak bu yetimhanelerden geçti. İstanbul’daki yetimhanelerin büyük kısmı da Beşiktaş’taydı.

Yazı: Görkem Kızılkayak
Fotoğraf: Cengiz Kahraman arşivi

Yolu yetimhanelerden geçen her çocuğun bir hikâyesi var. Bunların çoğu iç yakan, yürek acıtan hikâyeler… İçlerinde bazıları diğerlerine göre daha şanslı. Ama Çağlayan Darüleytamı’nda yetişen ses sanatçısı Safiye Ayla (1917-1998) ve Ortaköy Darüleytamı çıkışlı tarihçi Enver Ziya Karal’ın (1906-1982) başarılarla dolu hayat hikâyelerinde yetimhanede aldıkları eğitimin ne kadar etkisi var, bilemiyoruz. Şurası bir gerçek ki 1910’lu yıllardan başlayarak Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar geçen süreçte sayıları on binlerle ifade edilecek bir neslin yolu zorunlu olarak bu yetimhanelerden geçti. Binlerce yurttaşın nüfus defterlerinin kütük kısmına Bebek, Ortaköy, Balmumcu gibi darüleytam mektepleri notu düşüldü.

1800’lü yılların son çeyreğinden itibaren yetimlerle ilgili alınan her kararın altında Beşiktaş’ın da adı geçiyor. Bu pratik bir nedenden kaynaklanıyor. İmparatorluğun Beşiktaş’tan yönetilmesi, özellikle çöküş döneminde Beşiktaş’ta bulunan onlarca imperyal yapının sahipsiz ve boş kalması… Bu özellikler, ister istemez yöneticilerin aklına ilk olarak Beşiktaş’ı getiriyor. Aynı Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifleriyle eğitim yapılarına dönüştürülen Beşiktaş’taki saray yapıları gibi… Atatürk’ün eğitim kurumlarına ayırdığı muhteşem yapıların bazıları bir önceki dönemde yetimlere sığınak oluyor. Arşiv belgelerinde yetimhanelerle ilgili bulabildiğimiz en erken anektodlardan biri Beşiktaş’ta geçiyor: Rivayete göre Yıldız Camii’ndeki bir Cuma selamlığında II. Abdülhamit’in yanına yaklaşan bir çocuk, okumak, adam olmak istediğini ama imkânının olmadığını bildiriyor. Padişahın emri neticesinde, kısıtlı imkânlarla 1903 yılında açılan Darülhayr-Âli isimli yetimhanenin ömrü sadece beş-altı yıl sürüyor. II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinin ardından Darülhayr-Âli lağvediliyor.

Özellikle Balkan Savaşlarının ardından şehit olan askerlerin çocukları ve Balkanlardan zorunlu olarak göç eden yetimler zorunlu olarak yeni bir yapılanmanın girişimini sağlıyor. İstanbul sokaklarında sayıları binlerle ifade edilen çocukların yarattığı huzursuzluğun faturası halk tarafından Enver Paşa’ya çıkarılıyor. Maarif Nazırı Şükrü Beyin önerisi ve Enver Paşa’nın destekleriyle Kasım 1914 tarihinde Darüleytamların kuruluşu ilan ediliyor. İzleyen günlerde yayımlanan gazetelerde okulların kuruluş amacı şöyle anlatılıyor: “…Köydeki yuvasında babasını bekleyen çocuk, onun Kafkas, Çanakkale, Irak cephelerinden birinde şehit olduğunu öğreniyor, anası bin müşkilât içinde kendisinin ve çocuğunun hayatını kurtarmaya çabalarken, bir gün ölüm onu da alıp götürüyordu. Talihin böyle bedbaht bıraktığı çocukları millet güldürmek istedi. İşte (Darüleytamlar) bu yüksek merhametten, vazifeden doğmuş bir şefkatgâhtır…”

İmparatorluğun dört bir tarafına kurulacak okullar, ilginç bir kararla, Maarif Nezareti yerine İttihat ve Terakki Fırkası’na bağlanıyor. Bu karar o dönemde bile darüleytamların bir propaganda malzemesi olarak kullanılmak istendiği dedikodusunun yayılmasını sağlasa da, dönemin konjonktürü uzun vadeli hedeflerin gerçekleşmesini mümkün kılmıyor. Kuruluş aşamasını yönetmesi için dönemin iki simge kimliği görevlendiriliyor. İttihat ve Terakki Fırkası’nın ünlü iaşe nazırı Kemal Bey’le (Kara Kemal), Kastamonu mebusu İsmail Mahir Efendi.

Enver Paşa’nın ve İttihat ve Terakki Fırkası’nın okulların üzerindeki etkisini Tasviri Efkâr gazetesinde yayımlanan “1915’te Darüleytam’da” başlıklı bir yazıda gözlemek mümkün. Yazıda, Bebek Şubesi’nin fahri müdürü İsmail Mahir Efendi’nin öğrenci koğuşlarını teftiş ederken gördüğü gözleri yaşlı bir yetim çocuğuyla arasında geçen diyalog aktarılıyor: Çocuğun bayram gecesini annesiz ve babasız geçirdiği için ağladığını öğrenen İsmail Mahir Efendi “Merak etmeyin yavrularım, sizi validenize götüreceğim.” diyerek okuldaki 300 çocuğu alıp Bebek tepesinde oturan Enver Paşa’nın kayınvalidesinin ziyaret ediyor.

İlk açılan dayrüleytamlardan biri, Bebek sahilinde bulunan bir sahil yalısında öğrencilerini kabul etmeye başlıyor. Bu okulu yine devletin aldığı kararla el konulan Bebek’teki Saint Joseph Okulu ve diğerleri takip ediyor. Bebek sırtlarındaki bu okul, Darüleytam Umum Müdürü olan İsmail Mahir Efendi’nin adıyla anılıyor. Darüleytam Umum Müdürlüğü’nde 1917 yılında hazırlanan raporlardan öğrendiğimize göre sadece Bebek’teki iki yetimhanede 151 görevli (müstahdem, memur, öğretmen) ve 1000’e yakın kız-erkek öğrenci bulunuyor. O yıllarda aynı müdürlüğe bağlı olarak Haydarpaşa, Kadıköy (Saint Joseph), Yedikule gibi İstanbul’da bulunan diğer okullarla birlikte İzmit, Samsun, Kudüs, Kozan, Adana gibi imparatorluğun dört bir yanına dağılmış bölgelerdeki okullarda 11 bini aşan bir öğrenci nüfusu barındırılıyor.

Darüleytamların kaderini değiştirecek iki gelişme 1917 yılında yaşanıyor. Darüleytamların kurucusu İsmail Mahir Efendi vefat ediyor. Nisan 1917’de darüleytamlar Maarif Nezaretine bağlanıyor. Darüleytamlarda verilen eğitimi üst seviyelere taşımak üzere, sonradan Türk eğitim tarihinde önemli katkılar sunacak simge bir isim Kadıköy Erkek Darüleytamı’na (bugünkü Kadıköy Saint Joseph) Ocak 1918’de atanıyor. Bursa Darüleytamı’nda müdürlük ve İstanbul Yüksek Ticaret Okulu’nda müdür muavinliği yapmış Nafi Atuf Kansu yeni görev yerinde modern eğitim uygulamaları deniyor, bunların İstanbul’un diğer darüleytamlarında da uygulanmasını sağlıyor.

Naif Atuf Kansu’nun Aralık 1917 tarihinde kaleme aldığı “Bizde Darüleytamlar” başlıklı yazısında darüleytamların yetersizliğinin ve bu kurumların ne kadar önemli bir misyonu olduğunun altını çiziyor: “…Yakın zamanlara gelinceye kadar bizde öksüz kalmış çocuklarımızın gözyaşlarını dindirecek şefkathanelerimiz maalesef yoktu… Bizde öksüz yok muydu? Var. Hemen harpsiz bir senesi bile geçmeyen Türk milletinin köylerde tahsilden, terbiyeden, yemekten, içmekten mahrum o kadar öksüzleri vardı ki… Biz, yalnız hudutlarda değil dahilde de ölümlerin envaıyla hal-i mübarezede bulunduğumuzu unutmayalım. Sari bir çok hastalıklar, maddi, gıdai mahrumiyetler her sene bize binlerce öksüz bırakıyor. Yaşamak isteyen bir cemiyet, bunları sefaletin, ölümün ellerine bırakmayacaktı.”

Okullara kazandırmak istediği yeni yaklaşımların ipuçlarını da bu yazıda veriyor:
“Mutavassıt ve mesut bir hayat geçiren bir ailede nasıl tabii bir taksim-i âmâl varsa, nasıl çocukların her biri bir hakka sa’y ve amel ile mükellef ise ve bunu sevimli bir vazife olarak telakki ediyor ve yapıyorsa darüleytamlarda çocuklar aynı vaziyette olmalıdır: Okumak, çalışmak, nafi ve müfid olmak için uğraşmak, tufeyli kalmamak… Gayesini tayin edemeyen darüleytamlar yarın bize mutlaka pusulasını şaşırmış birçok genç kız ve erkekler verecektir. Bu yekun 9-10 bine yakın çocuğun hayatını kurtarmaya uğrasan hükümetin bu çocuklara istikbalin ihtiyaçlarını ilmi bir surette düşünerek ve bularak bir gaye çizmesi lazımdır.”

30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’nın ardından Müslüman çocukların okutulduğu dayrüleytamların üzerinde kara bulutlar dolaşmaya başlıyor. Osmanlı’nın uyguladığı azınlık okullarına el koyarak darüleytam açma politikasında roller değişiyor. Artık el koyma sırası işgal kuvvetlerine geçiyor. Nafi Atuf Kansu’nun müdürlüğünü yaptığı Kadıköy Darüleytamı, Bebek’teki İsmail Mahir Efendi Darüleytamı ve benzerlerine, binaları boşaltmaları için 24 saat süre veriliyor. Çocukların açıkta kalmaması için çok kısa sürede üretilen çözümlerin adresi yine Beşiktaş oluyor. 17 Kasım 1918 tarihinde Bebek’teki Saint Joseph Okulu’nda bulunan yetimhanenin sayıları 1200’ü bulan kullanıcısı Ortaköy’deki Hatice Sultan Yalısı’na naklediliyor. Bina, ilk kullanıcısı olan Fransız rahibelere teslim ediliyor. Devir teslim sırasında ilginç bir olay yaşanıyor: Ölümünün ardından kendi adıyla anılan darüleytamın kiliseden çevrilen camisinin bahçesine defnedilen İsmail Mahir Efendi’nin naaşı, kompleksin yeniden Fransızlara teslim edileceği anlaşılınca apar topar Aşiyan Mezarlığı’na taşınıyor. 1976 yılında yaşanan büyük yangına kadar bu büyük kompleks Fransız Yetimhanesi olarak kullanılmaya devam ediyor.

Validebağ Köşkü, Çağlayan Kasrı gibi önemli yapılar padişahın emriyle yetimhanelere tahsis ediliyor. Nafi Atuf Kansu, Balmumcu’daki Seniye Sultan Kasrı ile Ortaköy’deki Hatice Sultan Sarayı’nı Ortaköy Darüleytamı’na dönüştürmekle görevlendiriliyor.

Bebek sahilindeki darüleytamın hayatına devam ettiğini darüleytamdan Dersaadet Tramvay Şirketi´ne gönderilen Haziran 1919 tarihli dilekçeden anlıyoruz. Müdüriyet, peder ve valide şefkatinden mahrum Bebek Dârüleytamı talebelerinin tramvay bileti ücretinin pek yüksek olması sebebiyle bir yere gidemeyerek içinde yaşadıkları İstanbul´dan istifade edemediklerini, bu nedenle biletlerin bu asker ve şehit yavrularına, askere verildiği gibi, ikişer kuruştan verilmesini istiyor.

İstanbul’da 1920 yılında 10 bini aşkın yetim çocuğun bulunduğu varsayılıyor. Bunların sekiz bini aşkını yetimhanelerde barınıyor. Diğerleri ise sokaklarda yaşıyor. Küçük ama şanslı bir azınlık ise özel ailelerin yanında kalıyor. Yetimhanelerde kalanların neredeyse yarısını (3827 çocuk) Ermeni yetimleri oluşturuyor. İkinci sırada 2798 Müslümanlar, üçüncü sırada ise 1548 çocukla Rumlar var. Listenin sonunda 279 Musevi çocukla, 280 Rus çocuk bulunuyor. Bu yetimhanelerin İstanbul’daki dağılımlarına bakacak olursak Beşiktaş’ın büyük bir yoğunlukla kullanıldığını görüyoruz. Örneğin Ermeni çocuklar için Beşiktaş’ta kurulan dört yetimhanenin varlığından haberdarız: Ermeni Kızıl Haçı tarafından yönetilen, beş yaş altındaki çocukların kabul edildiği Beşiktaş’taki çocuk evi, daha büyük Ermeni çocuklar için kurulan Ortaköy, Kuruçeşme ve Arnavutköy yetimhaneleri… Aynı yıl Beşiktaş’ta Müslüman öğrencilerin kaldığı üç darüleytamda 1200’den fazla öğrenci barınıyor. Darüleytamların yönetiminin Maarif Nezareti’nden alınarak Dahiliye Nezareti’ne bağlanması da bu yılın gelişmelerinden bir tanesi…

1920 yılından itibaren Musevi ve Rus yetimler de hayırseverlerin katkılarıyla Ortaköy’ü mesken tutuyor. Ortaköy’deki Vasıf Paşa Konağı, 1921 yılında Musevi Cemaati tarafından satın alınarak Rus yetimlerin kullanımına tahsis ediliyor. Arazi günümüzde de Türkiye Hahambaşılığı’nın mülkiyetinde ve konağın yeniden kent kültürümüze katkı sağlaması için planlamalar yapılıyor.

Musevi cemaatinin Ortaköy’deki ilk yetimhanesi 1919 yılında Ortaköy Palanga Yokuşu’nda (bugün otopark olarak kullanılan boş arazi) 250 çocukla açılıyor. Yetimhanenin idaresini Ester Bivas Angel ile eşi Avram Angel üstleniyor. Angel çiftinin çocuğu, Türkiye’de mimarlık ve şehircilik konusunda çalışanların yakından tanıdığı bir isim olan Aron Angel. 1924 yazında yetimhanede yangın çıkıyor. Bina tamamen yanıyor. Neyse ki çocukların tamamı sağ salim kurtuluyor. Olaya tanıklık edenlerden biri de o zaman sekiz yaşındaki Aron Angel: “Annemle Karaköy’den Ortaköy’e tramvayla dönüyorduk. Beşiktaş’ı geçmiş ve Çırağan Sarayı’nın biraz öncesine varmıştık ki ‘Yangın var, ileri gidemeyiz’ deyip tramvayı durdurttular ve yolcuları indirttiler. Annem merakla sordu: ‘Yangın nerede?’ Cevap basitti: ‘Üzülmeyin hanım, yalnız yetimhane yanıyor! Annemin ve benim halimi düşünün!” Bu üzücü olayın ardından 1925 yılında yanan yetimhanenin biraz üstünde bulunan bir bina Musevi Cemaati tarafından satın alınıyor. Bugün de ayakta duran ve çeşitli kültürel etkinliklere ev sahipliği yapan Ortaköy Musevi Yetimhanesi 1972 yılına kadar yetim çocukları ağırlamaya devam ediyor.

Cumhuriyet’in ilanından sonra yetimhanelerin yönetimiyle ilgili önemli bir karar alınıyor. 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen Tevhidi Tedrisat Kanunu’yla birlikte yetimhanelerin tamamı, bütçeleri ve öğretim kadrolarıyla birlikte Maarif Vekaleti’ne bağlanıyor.

Bugüne geldiğimizde Beşiktaş’ın yetimhane olarak kullanılan binalarının bir bölümünü yitirdiğini görüyoruz. Balmumcu Darüleytamı olarak kullanılan Seniye Sultan Kasrı Nisan 1975’te yanarak kül oldu. Uzunca bir süre İstanbul Yüzme İhtisas’ın merkezi olan Hatice Sultan Yalısı yıllardır süren restorasyon çalışmaları nedeniyle kapalı ve işlevi belirsiz. Ayakta kalmayı başaranlar ise hafızası silinmiş bir şekilde farklı işlevlerle yaşamaya devam ediyor. Bebek’teki Fransız Yetimhanesi 1976 yılında geçirdiği yangının ardından 2000’li yıllarda özel bir işletmeye kiralandı; bir yeme-içme, eğlence ve spor merkezi olarak kullanıma açık. Ortaköy Musevi Yetimhanesini ise bir özel eğitim kurumu okul dönüştürmek istiyor. Eğer proje gerçekleşirse Beşiktaş’ta çocuk seslerinin yankılanmaya devam ettiği tek yetimhane binası orası olacak!

Peki Beşiktaş’ta büyüyen, meslek edinen, dünyanın dört bir yanına dağılan binlerce yetim çocuğun hikâyelerine ne oldu? Bu konuyla ilgili yapılan araştırmalar maalesef çok kısıtlı. Yayımlanmış anılar bir elin parmaklarını geçmiyor. Belki bu yazı sesimizi o çocukların çocuklarına, torunlarına ulaştırır. Böylece onların hikâyelerine de b+’da yer verebiliriz.

Haber görseli: Cumhuriyet’in ilanından sonra Atatürk’ün İstanbul’a ilk kez gelişini kutlayan Balmumcu Seniye Sultan Öksüzler Yurdu öğrencileri. 1 Temmuz 1927.
b+, 29. sayı, 2020
Haberi Paylaş:

Beşiktaş Belediyesi


BKS logo

© 2024 Beşiktaş Belediyesi. Sitedeki tüm metin ve görseller Beşiktaş Belediyesi'ne aittir. İzinsiz kullanılamaz.

F5 İletişim