BEŞİKTAŞ
15 December 2021

BASINDA VE POLİTİKADA ÖYMEN PUSULASI

Basında ve Politikada Öymen Pusulası

Burası ocağından basın tüten bir hane. Bir bayrak yarışıysa Cumhuriyet, üç kuşak basının içinde, elden ele… Altan ve Aslı Öymen’le hem basının serencamını hem de Beşiktaş Belediyesi’ne yaptıkları kitap bağışını konuştuk.

Söyleşi: Erdal Aktaş Fotoğraflar: Yusuf Aslan

Cumhuriyetle yaşıt bir ömür… Hangisi zormuş siyaset mi, gazetecilik mi, emeklilik mi?
Altan Öymen: Ben tam emeklilik yaşamadım, çünkü hep bir şeylerle uğraştım. Olmadı, iş icat ettim. Çünkü bir şey yapmadan geçirilen 10-15 gün çok sıkıcı oluyor, hele bütün hayatı hareketli geçmiş bir insan için… Rahmetli Çetin Altan’ın bir sözü vardır, hep onu hatırlarım: “Ben yazmadığım gün, kendimi dişlerimi fırçalamamış gibi hissediyorum ve çok rahatsız oluyorum” derdi. Ben de “yazma”yı, kitaplarımı yazmakla sürdürüyorum.

Gazeteci kimliğiniz siyasetçi kimliğinizi eleştirir miydi?
Altan Öymen: Ben gazetecilikten önce siyasete girdim. 14 Mayıs 1950 seçiminde CHP iktidarı kaybetmişti. Demokrat Parti iktidardaydı. CHP muhalefette… Biz bazı gençler seçimin hemen ertesi günü gidip CHP’ye girip üye olduk. Partimizin zor gününde ona katkıda bulunalım diye… Gazeteciliğe aynı yılın -1950 yılının- son ayında başladım. Ama ilk işyerim de CHP’nin yayın organı Ulus gazetesiydi. Yani ikisi birbiriyle iç içeydi. Gerçi gazetecilikte her şeyin eleştirilecek yanları da aranır. Ama, tabii, eleştirilecek işlerimizin başında iktidarın işleri geliyordu. Muhalefeti eleştirmek, iktidar sözcüsü Zafer gazetesinin işiydi. Ama gazeteciliğin dışında ve özellikle parti kongrelerinde CHP yöneticilerinden bir kısmını da eleştirirdik genç partililer olarak. Özellikle de, parti içinde gençlere daha fazla yer verilsin isterdik. Mesela, milletvekili seçilme yaşı sınırının aşağı çekilmesini… O zamanlar o sınır 30 yaştı. Biz rüşt yaşına, yani 18 yaşa kadar indirilmesini isterdik. Bunun öncülüğünü de partimizden beklerdik. O iş sonunda gerçekleşti. Ama 60 küsur yıl sonra… Ve başka tartışmaların gölgesi altında. Tabii, Ulus gazetesindeki başlangıç yıllarından sonra, ben daha birçok gazetede, ajansta, radyoda, televizyonda da çalıştım. Muhabirlik de yaptım, yazarlık da… Ama hepsinde, gazeteci olarak olayları yansıtırken, gerçekleri anlatmaya, yorumlarken de gerçeklere dayanmaya hep dikkat ettim.

Şimdiye kadar bir emeklilik hayatınız olmadı yani?..
Altan Öymen: Resmi olarak emekli oldum. Ama olduktan sonra da hep çalıştım.

Sizle ilgili eski söyleşi ya da haberlerde eşiniz, ailenizle ilgili pek detay yok. Ama hep koşuşturan bir Altan Öymen var. Geçmişinize dair, ailenizle ilgili “ihmal ettim” gibi, ya da keşke şunu da yapsaydım dediğiniz bir pişmanlığınız var mı?
Altan Öymen: Bunu asıl onlara sormak lazım. “Keşke şunu da yapsaydı” dedikleri şeyler var mı? Ama ben o konudaki durumu özetleyeyim: Ailemizde herkes iş insanı… Torunlarımdan biri, henüz iş hayatında değil. Ama o da üniversiteye yeni başladı. Derslerine çalışıyor. Eşime gelince… Eşim Aysel sınıf arkadaşımdı. Siyasal Bilgiler’i bitirdikten sonra devlet memurluğunu tercih etti. Kariyerine Maliye Bakanlığı’nda başladı. Çeşitli iç ve dış görevlerde bulunduktan sonra Hazine Genel Müdürlüğü’ne tayin edildi. Hatta şöyle bir unvanı da var: Türkiye’nin “ilk kadın Hazine Genel Müdürü”dür. İlk meslek kadınlarımız listesinde yeri var. Yani, onun da işi gücü çok yoğundu. Ama benim çalışma hayatıma da katkısı büyüktür. Fakat bunu vurgulamaz. Oysa, gazetecilik malûm, başka birçok mesleğe benzemeyen bir iş. Bir “koşuşma” ve “koşuşturma” işi aslında gazetecilik. Zamana karşı yarışmaya çalışır insan… Hele muhabirlikte… Bir an önce gazeteye ya da ajansa, haberi iletmeniz gerekli. Rakiplerinizden önce… Ve yanlışsız, doğru dürüst haberi… Böyle bir hayatta, elbette insanın eşinin de rolü var. Mesela, Aysel’le birlikte bir yemek davetine gittiğimiz zaman, hele o davet, bizim davetimizse, orada herkes yemek yerken, bana bir telefon gelebilir. Tabii, bizim o zamanlarımızda cep telefonu diye bir şey yok. Çağırırlar bağlantılı-kordonlu telefona. Gidersiniz… Karşıda haber merkezinden bir bildirim… “Rakip ajanslardan biri bir “son dakika haberi” geçmiş, doğru mudur, değil midir, öğreniver” derler. Öğreniver… Sanki iki dakikada öğrenilecek şey…. Dakikalar, sadece iki değil, on dakikalar, yirmi dakikalar geçer. O arada herkes yemeğini yemekte, eşiniz de o süre içinde, sizin telefon görüşmenizin hâlâ bitmemesini mazur gösterecek bir şeyler anlatmaya çalışır misafirlere… “Herhalde önemli bir olay var. Onunla uğraşıyor” diye… Aysel, çok şükür ki, gazeteciliğin bu özelliğinden hayatımız boyunca hiç şikâyetçi olmadı. Yalnız, o durumla ilgili bir tanımlama oluşturdu. Dostlar arasındaki sohbetlerde yeri geldikçe onu söyler. Der ki: “Gazeteci eşi” olmak da, ayrı bir meslektir. Ben o mesleği de bilirim.”

Altan Öymen’in kızı olmak zor mu?
Aslı Öymen: Bu soruyu zaman zaman kendime soruyorum, zaman zaman bana da soruluyor. Kolay bir şey değil, başarılı bir gazeteci, siyasetçi, ünlü bir kişi. Bu kadar başarıyı çok genç yaşında yakalamış üstelik. Böyle birinin kızı olmam kolay değil. Belki günlük hayatta zorluk çekmiyorsunuz ama başka insanların bakış açısıyla karşı karşıya kaldığınızda, “Altan Öymen’in kızı iki satırı yan yana getiremiyor” gibi hep mukayese ediyorlar. Zannediyorlar ki, baban gibi biri olman lazım. İlk işe başladığımda böyle şeylerle çok karşılaşıyordum. Bir anım var: Günaydın gazetesine girmiştim. O zaman herkesin daktilosu vardı. Bir gün benimki bozuldu. Ben de yapmayı bilmiyordum, tamir için birisine rica ettim. O da bana, “Aa Altan Öymen’in kızı daktilosunu tamir edemez mi?” dedi. Bende, “Daktilo tamircisi miyim?” dedim. Buna benzer şeyler yaşadım tabii. Ama günün sonunda Altan Öymen’in kızı olmak iyi bir şey. Bir kere çok entelektüel bir evde büyüyorsunuz. Hep gazetecilik, siyaset, Türkiye ve dünya meseleleri konuşuluyor, onlarla yoğuruluyorsunuz. Keyifli tarafları, zorluklarından fazla diyeyim.

Altan Öymen: (Gülümsüyor) İyi ki sordun, bana bunları söylemez. İlk defa duyuyorum.

Çağhan Uyar’ın “Altan Abi: Yaşamıyla ve Türk Siyasi Hayatında Altan Öymen” kitabında, dedeniz Hıfzırrahman Raşit Öymen milletvekili seçildiğinde, Altan bey yaşamlarındaki değişiklik olarak sadece “Babamın ve annemin gardırobuna birkaç resmi giysi eklendi” yazıyor. Babanız siyasete girince sizin hayatınızda ne değişti?
Aslı Öymen: Hiçbir şey değişmedi. Babam zaten hep çok çalışan biriydi. O dönem gazetecilik çok ciddi ve iyi bir meslekti. Babam ve çevresindeki gazeteciler çok çalışkan gazetecilerdi. Onlar için gazetecilik bir yaşam tarzıydı.

Altan bey çok defa gözaltına alınıyor. İki kere hapse giriyor…
Aslı Öymen: Öyle zorluklar çok yaşadık. Hapisler, işsiz kalmalar, siyasetin getirdiği değişimler gibi bir sürü olumsuzluklar oldu. Babam 1971-72 yıllarında hapse girdiğinde, 13-14 yaşlarındaydım. Biz o zaman annemin görevi nedeniyle Fransa’da yaşıyorduk. Babamın nerede olduğu belli değil. O zamanlar ne doğrudan kendisine ulaşabiliyorsunuz ne de haber alabiliyorsunuz. Doğru dürüst bilgi akışı yok. Bir ortaya çıktı ki, hapiste! Babamın hapisten çıktığını öğrendiğim gün, onunla telefonda konuşmuştum. Sesini duyduğumda ilk defa sevinçten ağladım. Böyle zorluklar oldu, ama bizim içinde doğduğumuz ortam böyleydi. O nedenle beni ve kardeşimi derinden etkilemiş, bugüne taşımış bir durum yok. Bir de babam hapis hikâyelerini hep espriyle, komik taraflarıyla anlatırdı.

Çok farklı gazetelerde çalıştınız, ajans sahipliğiniz var. Medyanın bugünkü sorunlu durumuna gelmesinde kendinize dair bir eleştiriniz var mı, şurada el birliğiyle yanlış yaptık gibi…
Altan Öymen: Bu somut bir eleştiri olmaz. Bu süreçte rolü olanlar vardır, rolü büyük olanlar vardır, en belirleyici rolü oynayanlar, hiç rol oynamamış olanlar, seyredenler, ya da karşı çıkanlar vardır. Ben hep basın özgürlüğünü savundum. 18 yaşında başladım gazeteciliğe, o zamandan itibaren sendika başkanlığı, Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı yaptım. Federasyon kurduk. Hep mesleğin kendi ilkelerini savundum. Bunlara yönelik müdahaleleri önlemeye çalıştım. Bu nedenle diyebilirim ki, ben, bu basın özgürlüğüne karış çıkma veya o karşı çıkışları önemsememe münasebetsizliklerine hiç katılmadım.

Meslekte hâlâ umutlu musunuz?
Altan Öymen: Tabii. Metin Toker, “Gazetecilik adam gibi yapılırsa dünyanın en iyi mesleğidir” der. Adam gibi lafını “doğru dürüst” diye değiştirmek lazım. Hakikaten öyledir gazetecilik…. Gerçeği herkesten daha iyi ve daha önce görürsünüz. İnsanları, ülkeleri, kendi ülkenizi tanıyorsunuz. Ufkunuz daha açık olur. Muhabirlik temelidir. Yönetici de olsanız muhabirliği elden bırakmamak lazım. Aile hayatı açısından güçlükler olsa bile, eşiniz tolerans gösterirse bir mesele kalmıyor. İnsanın kızı da bu söyleşideki gibi, mesleği için iyi sözler söylediyse, o zaman daha da iyi oluyor. Bu söyleşi vesilesiyle duyduğum sözler nedeniyle daha memnunum.

Genç gazetecilere nasihatleriniz var mı?
Altan Öymen: Ben gazeteciliğe başladığımda bunun bir okulu yoktu. Herkes “alaylı”ydı. Birbirlerinden, usta-çırak ilişkisiyle öğrenirlerdi. Ancak bu sansür ve otosansür meselesi gazeteciliği etkiledi. Bu durum tembelliği de teşvik ediyor bana göre. “Nasıl olsa gazeteye koymazlar” deyip olayları görmezlikten gelebiliyor gazeteci. Bu dönem bir gerileme dönemi gibi… Ama bunlar da geçecek.

Dedeniz, babanız ve siz. Nedir bu medyadaki Öymen tekelleşmesi? Öymenler de gazetecilik genlerden mi geçiyor?
Aslı Öymen: O ortamda doğdum, bu mesleğin içinde büyüdüm. Babam ve arkadaşları arasında hep gazetecilik konuşulurdu. Öymen tekelleşmesine gelince, bundan sonra ne olur bilmiyorum, ama benle bitmiş gözüküyor. Kardeşim ve kızım mimar oldu. (Altan Öymen’e bakıyor) Murat’ı yeterince etkileyememişsin baba. Ben de kızımı etkileyememişim. Gerçi kardeşim okurken Almanya’da çıkan Hürriyet gazetesine haber yapardı. O çok güzel karikatür yapar. Benim de bazı yazılarıma karikatür çizer. Ama tekelleşme benden sonra bitiyor gibi. Benden sonraki nesil o tarafa yönelmedi.

Siz hem babanızı ve onun döneminin gazeteciliğini gördünüz, hem de yeni nesli görüyorsunuz. Bu iki dönem arasındaki farkı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslı Öymen: Çok fazla fark görmüyorum açıkçası. Babamların nesli gazeteciliği çok çok önemsiyordu. O dönemin gazetecileri arasında çok güzel bir rekabet de vardı, haber atlatma gibi. Hem çok dosttular, hem de rekabet ederlerdi. Bir haberi ilk kim girdi diye büyük bir olay olurdu mesela. Şimdi öyle bir dert yok. E bir de insanlar gazetecilik yapamıyor neredeyse, sansür-otosansür, medyanın bölünmüşlüğü… Gazetelerin yüzde 90’ı iktidar yanlısı. Oradan da gazetecilik değil, yandaşlık bekleniyor. Hatırlıyorum, bütün gazeteleri önümüze açardık, kim hangi manşeti kullanmış, hangi haberi öne çıkarmış bakardık. Ayrı bir heyecandı her sabah gazeteleri incelemek. Şimdi gazetelerin yüzde 90’ının manşeti aynı. Şu an çok değerli gazeteciler de var tabii. Ama hiçbir şey eskisi gibi değil.

Mesleğe atıldığınızda karşınızda Altan Öymen gibi bir duayen vardı. Ondan hiç ders aldınız mı? Hiç fikir ayrılığına düşüp tartıştınız mı?
Aslı Öymen: Bu konuyu nasıl yapayım gibi değil de, evimiz öyle bir ortamdı zaten, sürekli tedrisat gibiydi: “Şu haber kötü yazılmış, bu haberde daha fazla bilgi var, bunda bu eksik…” Sürekli eğitim vardı, o eğitim hâlâ da sürüyor aslında. Bazen yazılarımı okutuyorum babama, çok beğendiğini söylüyor.

Altan Öymen: Ben hep gerçekleri yazdığım için gerçekleri söylerim.

Bugün iktidar yanlısı olmayan medyadan merkez medya çıkar mı?
Aslı Öymen: 15-16 yıl önce CNN Türk’te başladım. O zaman beş yıllık bir televizyondu ve çok iyi televizyonculuk yapmaya çalışan bir kurumdu. Çok ciddiye alıp özveriyle çalışırdı herkes. Şimdi televizyonculuk kalmadı, programcılık da kalmadı. Sürekli tartışma programları, bu da kafalar konuşuyor demek. Televizyonculuk bu değil. Babam çok umutludur, eski günlere dönüleceğini düşünüyor. Ama ben bu kadar erozyondan sonra tekrar nasıl doğrusuna dönüleceğini bilmiyorum. Çünkü iyisini bilen kalmayacak. Merkez medyadan yanlı medyaya dönüşmek çok zor olmadı. Tersi olur mu? Umarım olur. Kötüye gitmek kolay da. İyiyi yakalamak zordur çünkü.

Altan Öymen: Olur bence. Biraz temenni de var bende tabii. Ama ben inanıyorum buna, çünkü bu kadar kötüye gidiş süremez. Değişecektir, iyiye gidiş başlayacaktır. Türkiye’de gazeteciliği öğrenmekte olan pek çok öğrenci var. Onların varlığı da gazeteciliğe, televizyonculuğa bağlı. Çok iyi yetişmiş öğretmenler de var. Bunların kendilerine faaliyet alanı oluşturması beklenir.

Aslı Öymen: Kuruluşlar bazında gidersek örneğin, Hürriyet eski Hürriyet olur mu? CNN Türk eskisi gibi olur mu? Bana zor geliyor. Bir kere kadroların yüzde 90’ının değişmesi lazım. Bir de kredibilite kaybına uğradılar tabii. Oysa onlar büyük değerlerdi. Oradan tekrar yukarı çıkış olur mu? Pek emin değilim. Dönüş olacağını çok sanmıyorum yani. Ama yeni gazeteler, televizyonlar çıkar.

Ama yeni açılan yerlerde de maddi anlamda sürdürülebilirlik sorunu oluyor. Bu açıdan umut verici buluyor musunuz?
Aslı Öymen: Az önce babam da söyledi. Her türlü durumun kötüye gittiği, dibe vurduğu noktadan itibaren yukarı doğru çıkış başlar. Her şeyin iyiye döndüğünü varsayacağız tabii ki, ekonominin, gazete sahibi olmanın iyi bir şey olduğunun… Demokrasinin tekrar tesis edildiği, ekonominin düzeldiği, bütün konjonktürün iyiye, eski zamanlara dönmesiyle ilgili bir durum bu. Çünkü bu normal bir dönem değil, geçici olduğu kesin.

Kütüphanenizi Beşiktaş Belediyesi’ne bağışladınız. Bu sadece Beşiktaşlılar için değil, tüm İstanbullular için çok önemli bir kazanım. Öncelikle, bu kadar yoğun bir koşuşturma içinde nasıl kütüphane yarattınız?
Altan Öymen: Çocukluğumdan beri kitaplarım olurdu benim. Televizyon da yok o zaman, radyo var bir tek. Kitap okumak aslında vakit geçirmenin, çocukların yetişmesinin tek yoluydu. Gazeteler tefrika yaparlardı, onlar sonradan kitap haline getirilirdi. Ek verilirdi. Arsen Lüpen’ler, polisiyeler… babam da kitap meraklısıydı. Hep kitap vardı hayatımızda ve bu böyle de devam etti. Tabii taşınmalar sırasında eksildi vs. ama genel olarak muhafaza ettim. 10 bini aşmıştı artık…

Kütüphanenizden ayrılmak zor oldu mu?
Altan Öymen: Zor oldu tabii, ama başka çare yoktu. Hep aynı örneği veririm. Eski Çin’de âdet haline gelmiş. İmparatorlar öldükleri zaman muhafızlarını da yanına koyarlarmış, ölmedi, dirilecek ve muhafızları da onu koruyacak, diyerek canlı canlı… Sonra aklı başında bir imparator gelmiş. “Bunu yapıyorsunuz da adamları niye koyuyorsunuz, bari heykellerini yapın. Onlar da canlanır. İmparator canlanırsa…” demiş. Dediğini yapmışlar. Kılıcıyla, kıyafetiyle gömülen muhafız heykelleri… Bunlar yakın zamanda keşfedildi. Kitaplarıyla gömülen biri yok tarihte. Olsa bile, kitaplar bozulur. Kazılarda çıksa da bir işe yaramaz. Benim kitapların da bir işe yaraması gerekiyordu. Bazı üniversitelerle temas kuruldu. Beşiktaş Belediyesi Başkanı Rıza Akpolat talip oldu. Ben de memnun oldum. Beşiktaş bölgesinin milletvekiliydim bir dönem. Ve Beşiktaş’ta oturuyorum.

Siz itiraz etmediniz mi, “Baba böyle bir arşiv verilmez, ailede kalsın” diye?
Aslı Öymen: İşin duygusal boyutu var tabii. Babamın kütüphanesi evin bir parçası oldu hep. Fakat diğer yandan da pratik bir taraf var. Çok büyük bir yere ihtiyaç var bunun için. Bizden sonra ne olacak? 10 bininin üzerinde kitap vardı. Bir şeye sahip olmak güzel bir şey ama başkalarıyla paylaşmak daha güzel bir şey. Yakın tarihi kapsayan çok zengin bir kütüphane. Sadece siyasi kitaplar ya da Türkiye yok. Kültür sanatı da var, edebiyatı da var. Beşiktaş’ta da çok üniversite var. Öğrenciler ve akademisyenler için çok faydalı olacak. Bunu düşününce insan çok mutlu oluyor. Kendimize saklasak ne olacaktı?

Ankara-İstanbul arasında süre giden bir hayatınız oldu. Ne zamandan beri Beşiktaş’tasınız?
Aslı Öymen: 80 ya da 81 yılından beri Beşiktaş’tayız. Bu evde 30 senedir oturuyorum, annemler 33 senedir üst katımda oturuyor.

Beşiktaş’ı seviyor musunuz?
Aslı Öymen: Evet, seviyorum. Bence çok güzel bir yer. Beşiktaş ilçesinin denize nazır olması çok güzel. Oldukça yeşil. Ve hep CHP’li.

Beşiktaş’ta ne yapmayı seviyorsunuz. Sevdiğiniz rotalar var mı?
Aslı Öymen: Evden çıkıp buradan Arnavutköy’e doğru yürüyorum. Arnavutköy çok güzel bir yer oldu, insanlar dükkânlar açtılar, küçük restoranlar, hediyelik eşya yapan yerler mevcut… Çok tatlı ve hoş dükkânlar açıldı yani. Arnavutköy’den de Bebek’e doğru yürüyorum. Bazen de Kuruçeşme’ye doğru devam ediyorum. Yürüyüş yaptığımda mutlaka Boğaz hattını kullanıyorum, çünkü daha güzeli yok. Eskiden Levent tarafına da giderdik, Pazar kurulurdu. Şu an hâlâ kuruluyor mu bilmiyorum ama. Bütün İstanbul’da olduğu gibi trafik meselesi var orada da. Trafikten dolayı insan çok keyifle dolaşamıyor, mecbursan gidiyorsun.

30 senedir buradasınız, Beşiktaş çok değişti mi sizin gözünüzde? Özlemle ananlardan mısınız?
Aslı Öymen: Beşiktaş her zaman güzeldi. Bebek mesela eskiden daha döküntü bir yerdi. Gerçi şimdi Bebek’e ilgi çok arttı ve onun da olumsuzlukları var. Bebek Parkı çok güzel bir park oldu. Kuruçeşme öyle. Bütün o sahil hattı çok güzel. Bir şeyler yapıldıkça, güzelleştikçe trafik problemi de artıyor. Gerçi İstanbul’un en büyük problemlerinden biri trafiğidir. Değişti mi? Yapılaşma çok arttı. Küçük Çamlık Sitesi küçücük bir siteydi. İlk orada oturduk. Oradan Boğaz’a doğru yemyeşil alanlardı. Üst dairelerden Boğaz gözükürdü. O alanlara olduğu gibi bina yapıldı. Gittikçe kalabalıklaşıyor.

b+ / 34. sayı / sonbahar 2021
Haberi Paylaş:

Beşiktaş Belediyesi


BKS logo

© 2024 Beşiktaş Belediyesi. Sitedeki tüm metin ve görseller Beşiktaş Belediyesi'ne aittir. İzinsiz kullanılamaz.

F5 İletişim