Denizcilerin meskeni küçücük bir kasabaydı. Divan şairlerinin mısralarında “Beşiktaşı” olarak anılıyordu. Zaman içinde büyüyüp gelişti, adı Beşiktaş oldu. Divan şairlerine ilham veren Beşiktaş’ın izini onların mısralarında sürdük.
Yazı: Fatih Yücel
Şairlerin yaşamlarının ve yaşadıkları mekânların mısralarındaki yansımalarının izini sürerek bir semte dair oldukça ilgi çekici bilgilere ulaşabilmek mümkündür. Kendine has metaforlarıyla ve estetik unsurlarla bezenmiş şiirler, bu suretle, bu süslemelerinden mahrum bırakılmadan bir mekâna dair tahlillerin konusu olabilirler. Bu yazıda Beşiktaş semtinin isim ve mekân itibariyle Divan şiirinde görüldüğü en eski tarih olan on altıncı yüzyıldan başlayarak on dokuzuncu yüzyıla kadarki numuneler üzerinde durulacaktır. Burada, belli bir edebî kategorinin ötesinde Divan şiiri kavramıyla, Osmanlı idarî yapısına yani Dîvân-ı Humâyûn’a mensup şairlerin kaleme aldıkları şiirlerle beraber, aslında Osmanlı başkentinde yaşamış ve şiirlerini divanlarında toplamış şairlerin şiirleri kastedilmektedir. Yazıda kronolojik bir sıralama takip edilmiş olmasına rağmen aslında semtin ismindeki farklılaşma ve bu isimle beraber Beşiktaş’ın niteliğinin zaman içerisinde ne şekilde değiştiği ele alınacaktır.
Beşiktaş’ın isminin geçtiği ilk örnek bir şiirde değil, on altıncı yüzyılın ilk yarısında Beşiktaş’ta yaşamış bir şairin hayat hikâyesinde karşımıza çıkmaktadır. Deli Birader olarak tanınmış, mahlası* Gazâlî, adı Mehmed olan yerinde duramayan müderris şair (ölümü takriben 1535), Kanunî Sultan Süleyman devrinde (1520-1566) çocukluğundan beri tanıdığı arkadaşlarının yaşadığı Beşiktaş’a gelmiş ve buraya yerleşmiş; burada cami, zaviye ve hamam yaptırmıştır. Beşiktaş’ta Sinan Paşa Camii’nin arkasındaki hamamının sergüzeşti ve Dâfi‘u’l-gumûm ve râfi‘u’l-hümûm adlı mensur* eseriyle bilinen Deli Birader’in Beşiktaş’a yerleşmesi özellikle semtin ismi hakkındaki bahis açısından önemlidir. Kınalı-zâde Hasan Çelebi (ölümü 1604) on altıncı yüzyılın son çeyreğinde hazırladığı Şairler Tezkiresi’nde* Deli Birader Gazâlî’nin Beşiktaş’a yerleşmesi hakkında şunları yazmıştır.
Mâder-i eyyâmdan şîr-i şîrîn yerine zehr-i kahrı çeşîde olan tıfl-ı dil-hazînini nâle vü enînden teskîn içün Beşiktaşında tavattun idüp anda câmi‘ü zâviye ve hammâm binâsına kasd itdükde sâhib-kırân-ı zemân merhûm Sultân Süleymân Hânı ve ‘âmme-i vüzerâ vü a’yânı ve cümle-i ekâbir ü erkân-ı dîvânı bu kıt‘a ile deryûze itmişdür.
Çünki mîr-i mücerredân oldum
Bana bir yir gerek emîrâne
Doğduğu zamandan itibaren tatlı süt yerine kahır zehri içmiş olan hüzünlü gönlünün çocuğunun ağlama ve inlemelerini susturmak için Beşiktaşı’na yerleşip orada cami, zaviye ve hamam yaptırmak istediğinde Sultan Süleyman ve vezirler (özellikle Makbul İbrahim Paşa, ölümü 1536) ve devletin ileri gelenlerinden bu kıta ile dilenmiştir:
Bekârların beyi olduğum için, bana emirlere layık bir yer gerekmektedir.
Semtin adı, bu alıntıda Beşiktaşı olarak geçmektedir. Bu noktaya nazaran, on altıncı yüzyılda semtin adının Beşiktaşı olduğu anlaşılmaktadır. Bu adın kökeniyle alakalı çeşitli rivayetler mevcuttur. Beşiktaşlı tarihçi Cavid Baysun (ölümü 1968), beşik kelimesinin bilinen çocuk beşiği manasından başka, denizcilikte kullanılan bir tabir olduğuna ve gemi beşiğinin kızak üstüne kurulmuş yatak manasına geldiğine işaret ederek, Türk donanmasıyla sıkı bir alakası bulunan Beşiktaş’ta sahildeki taş sütunların civarında gemi beşiğinin olduğu ve bu vesileyle bahsi geçen sütunlara Beşiktaşı dendiğinden bahisle ve sonraları semtin adının halk ağzında diğer semt adları gibi Kumkapısı’ndan Kumkapı, Topkası’ndan Topkapı şeklinde Beşiktaşı’ndan Beşiktaş hâlini aldığını öne sürmüştür. Reşad Ekrem Koçu da bu mütalaayı semtin adının kökenine dair en kesin ve doğru hüküm olarak kabul etmiştir.
Burada üzerinde durmamız gereken mazmun* eşleşmeleri, semtin adının gemi beşiğinden geldiği kabul edilse dahi, çocuk beşiği, doğum, süt, çocuk (tıfl) ve ağlama kelimeleridir. Tezkire yazarlarına göre, Beşiktaş[ı], Deli Birader için çocukluğundan beri huzur bulamamış hüzünlü gönlünün ağlama ve inlemelerini susturacağı bir beşiktir.
Bu mazmun Kanunî Sultan Süleyman’ın Trabzon’dan sütkardeşi, Üveysî* şeyhi, müderris ve şair, Beşiktaş’ta tekkesi ve türbesi bulunan Beşiktaşlı Yahyâ Efendi’nin (ölümü 1571) bir rubâîsinde* yine karşımıza çıkmaktadır.
Cihânun zuhrufına aldanub halk
Kızıl yaşılca yaprağ ile oynar
Fakîri tıfla dönmişdür arada
Beşiktaşında toprağ ile oynar
Halk dünyanın süsüne aldanarak, kızıl yeşilce yaprakla oynar. Fakir orada çocuğa dönmüştür, Beşiktaşı’nda toprakla oynar.
Bu rubâînin varyasyonları arasında şöyle bir tanesi de mevcuttur:
Cihânun zînetine aldanup halk
Kızıl başlıca bayrağ ile oynar
Müderris şimdi oglancık olupdur
Beşiktaşında toprağ ile oynar
Halk dünyanın süsüne aldanarak, tepesi kızıl bayrakla oynar. Müderris (Yahyâ Efendi) şimdi bir oğlancık olmuştur, Beşiktaşı’nda toprakla oynar.
Semtin adının yine Beşiktaşı olarak geçtiği bu rubâîdeki mazmunlar dünyanın süsü, kurumuş kızıl yeşilce yapraklar, çocuk ve beşiktir. Yahyâ Efendi için bir tepesine yerleştiği Beşiktaş[ı] dünyanın süsünden, geçip giden ömürden uzak, toprakla oynayarak çocukluğa, öze varılabilecek bir beşiktir.
Cemâlî mahlaslı Defterdâr-zâde unvanıyla tanınmış on altıncı yüzyılın ikinci yarısında yaşamış başka bir şair, İstanbul’a dair şehrengizinde,* şehrin semtlerini sayarken bir balık avı sahnesinde Beşiktaş’ta ağlayan çocuklardan bahsetmiştir:
Tıfıldır dahi bu şehr-i dil-ârâ
Olubdur Südlüce bir dâye ana
Bu gönlü süsleyen şehir henüz bir çocuktur, Sütlüce ona süt verip dadılık yapmaktadır.
Bırağur sayd-ı mâhî içün ekser
Beşiktaşında oğlancıklar ağlar
[Bırağur: (ağ) bırakır, sayd-ı mâhî: balık avı, ekser: çokları.]
Yine on altıncı yüzyılda yaşamış Meylî mahlaslı şair, bir gazelinde* Beşiktaş’ın ismini şöyle anmıştır:
Yâr ağyâr ile ‘azm eyleyicek deryâya
Tıfl-i dil ağlayurak kaldı Beşiktaşında
Sevgili, yabancılarla denize doğru gidince, gönül çocuğu ağlayarak Beşiktaşı’nda kaldı.
Dikkat edildiği üzere, on altıncı yüzyıl boyunca, semtin adı hep Beşiktaşı olarak geçmiştir.
On sekizinci yüzyıla gelindiğinde, Beşiktaş bir eğlence merkezine dönüşmüş, yirminci yüzyılın şair ve tarihçileri tarafından Lale Devri olarak adlandırılan dönemin meşhur sadrazamı Nevşehirli Damad İbrahim Paşa (ölümü 1730) Beşiktaş’ta bir saray yaptırmıştır; devrin meşhur şairi Nedîm (ölümü 1730) ise artık Beşiktaş diye bahsedilen semti evinin adresi olarak göstermiştir:
Münâsibdir sana ey tıfl-ı nâzım hüccetin al gel
Beşiktaşa yakın bir hâne-i vîrânımız vardır
Ey nazlı çocuğum, izin al gel, sana uygundur, Beşiktaş’a yakın harap hâlde bir evimiz vardır.
Nedîm burada bir telmih* yoluyla beşik-çocuk ikilisini hatırlatmıştır. Yahya Kemal bu beyte dair şu satırları yazmıştır:
“Bu beyti daha okurken Nedîm, Beşiktaş, Ahmed-i Sâlis’in (III. Ahmed) son senelerinde Beşiktaş’ta Nedîm’in evi, o devrin yaşayışı göz önüne geliyor. Bu beyti okuduktan sonra daima tahayyül ettim ki, Beşiktaş’ın Ihlamur Köşkü’ne giden yolunda, bir katlı, medhali sofalı, eski üslûpla bir ev vardır, o ev Nedîmindi.”
Yine Nedîm, bir şarkısında* Beşiktaş’tan ve Beşiktaş’taki evinden şöyle bahsetmiştir:
Aman pek yârelendim ol nigâh-ı şûh-i evbâşa
Kapıldım doğrusu ol yâl u bâle ol güzel kaşa
Geçersen semtimizden yolun uğrarsa Beşiktaşa
Efendim gel mürüvvet kıl senindir bende vü hâne
Aman o serserinin şuh bakışından pek yaralandım, doğrusu o boy posa, o güzel kaşa kapıldım. Semtimizden geçersen, yolun Beşiktaş’a uğrarsa, gel efendim bir iyilik yap, kul köle de ev de senindir.
Sevâhil-nâme isimli mesnevî* tarzındaki eseriyle tanınan Fennî mahlaslı şair (ö. 1755) Galata’dan başlayarak Boğaz semtlerini bir bir andığı beyitlerinde, Beşiktaş’a dair yine eski çocuk-beşik mazmununa müracaat etmiştir:
Tıfl iken sana hirâm-ı bedî‘ öğretdiğiçün
Dilerim Hazret-i Hakdan anı kim o Beşik taş olsun
Sana çocukken salına salına, naz ve eda ile yürüyüşün güzelini öğrettiğinden dolayı, Allah’tan onun adının Beşiktaş olmasını dilerim.
Deli Birader’in Sinan Paşa Camii’nin arkasındaki harap hâldeki zaviyesinin yerinde tekkesini tesis eden Beşiktaşlı Nakşî-Müceddidî* Şeyhi Neccâr-zâde Rızâ Efendi (ölümü 1746), divanında Beşiktaş hakkında çok sayıda şiire yer vermiştir.
Burada redifini* Beşiktaş’a vakfettiği gazellerinden birinin örnek olarak verildiği Beşiktaşlı Neccâr-zâde Şeyh Rızâ Efendi aşikâr olarak beşik, taş ve çocuk çağrışımlarını ihmal etmemiştir.
Açıldı yine gonce-i gül-zâr-ı Beşiktaş
Mânend-i cihân oldu çemen-zâr-ı Beşiktaş
Dil-teşne-i hicrânı olur vasl ile şâd-âb
Sîr-âb ider ‘atşânını enhâr-ı Beşiktaş
Gördüm o mehi zîr-i diraht-ı emelimde
‘Aks itdi ruh-ı aline gül-nâr-ı Beşiktaş
Yahyâ-yı Beşiktaşı ziyâret idelim gel
Oldur sebeb-i zînet-i kûh-sâr-ı Beşiktaş
Gel Ahmed-i Turanı dahi eyle ziyâret
Hakkā ki odur bâ‘is-i envâr-ı Beşiktaş
Âgūş-ı mahabbetde yer itdi dil-i zâre
Şâd eyledi tıfl-ı dili dil-dâr-ı Beşiktaş
Gül-geşt idelim yâr ile pirâmen-i deşti
Zînet çemen-i sahnini ezhâr-ı Beşiktaş
Rûy-mâl idelim hâk-i der-i Şeyh Rızâya
Tâ keşf-i cemâl eyleye ruhsâr-ı Beşiktaş
Beşiktaş’ın gül bahçesinin goncası yine açıldı, Beşiktaş’ın çimenliği cennet gibi oldu.
Beşiktaş’ın nehirleri, gönlü hicranla susamışı olanları kavuşmayla suya kandırır ve suya doyurur.
O ay yüzlüyü emel ağacımın altında gördüm, Beşiktaş’ın nar çiçeği al yanağına yansıdı.
Gel Beşiktaşlı Yahyâ’yı ziyaret edelim, Beşiktaş’ın tepesinin süslü olmasının sebebi odur.
Gel Ahmed-i Turan’ı da ziyaret et, hakikaten Beşiktaş’ın nurlarının sebebi odur.
Muhabbet kucağında ağlayan gönül yer buldu, Beşiktaş’ın gönül çelenleri gönül çocuğunu böylece memnun etti.
Sevgiliyle ovanın etrafını dolaşalım, Beşiktaş’ın çiçeklerinin süslediği çimenliği seyredelim.
Beşiktaş’ın yanağı güzelliklerini meydana çıkarsın diye Şeyh Rıza’nın kapısının toprağına yüz sürelim.
Şiirin düz yazıya çevrildiği kısmın altı çizili yerlerinde gösterildiği üzere, muhabbet kucağı, ağlayan gönül ve gönül kucağı Beşiktaş’a dair tekrar tekrar kullanılmış mazmunlardır. Bu şiirdeki yeni unsur, dünyanın süsünden kaçıp Beşiktaş’a sığınan Yahyâ Efendi’nin artık Beşiktaş’ın tepesinin süsü hâline gelmiş olmasıdır.
Neccâr-zâde Rızâ Efendi’nin doğrudan beşik kelimesinin Arapçası olan “mehd”i kullandığı beyitleri de mevcuttur. Bunlardan bir numunesi şudur:
Dâye-i āgūş-ı Beşiktaş içre buldı şehd-i şevk
Mehd-i ünsiyyet gelür tıfl-ı dile gayet leziz
Gönül çocuğu, şevk balını Beşiktaş dadısının kucağının içinde buldu, dostluk beşiği gönül çocuğuna gayet lezzetli gelir.
Rahmî mahlaslı başka bir şair (ölümü 1781) Beşiktaş’ın sahilsarayı, dalgalarını ve havasını bir şarkısına konu edinmiştir:
Nesîm-i subh-gâhı dem urur şâm u sabâsından
Beşiktaşın geçilmez doğrusu âb u hevâsından
Temevvüc itmede şevk ü safâ sâhil-serâsından
Beşiktaşın geçilmez doğrusu âb u hevâsından
Sabah vaktinin yumuşak rüzgârı akşamından ve saba rüzgârından söz eder, doğrusu Beşiktaş’ın suyundan ve havasından geçilmez. Sahilsarayından şevk ve sefa dalgalanmaktadır, doğrusu Beşiktaş’ın suyundan ve havasından geçilmez.
O zâlim gamzelerle söyleşilmez gerçi sultânım
Sana geçmez mi Rahmînin recâsı böyle sultânım
Safâ kesb eylesen bir gün varub serv-i hirâmânım
Beşiktaşın geçilmez doğrusu âb u hevâsından
Sultanım, o zalim gamzelerle söyleşilmese de, Rahmî’nin ricası sana böyle geçmez mi? Salına salına yürüyen servim gelip bir gün sefa alsan, doğrusu Beşiktaş’ın suyundan ve havasından geçilmez.
Kâmî mahlaslı şairin (ölümü 1805) beyitlerinde Beşiktaş gönül çocuğunun ağladığı yerdir.
Pâdişâh-ı milket-i hüsn olduğun günden berü
Şehr-i ‘aşka günde bir kānūn idersin ihtirâ‘
Güzellik ülkesinin padişahı olduğun günden beri, aşk şehrine dair her gün bir kanun icat edersin.
Nem alur tıfl-ı gönül ağlar Beşiktaşda hazîn
Şîr ü sükker leblerinden bârî anı kıl rızâ‘
Gönül çocuğu alınır, Beşiktaş’ta hüzünlenir ve ağlar; süt ve şekerli dudaklarından bari ona süt ver.
Neş’et mahlaslı şair ise (ölümü 1807) gönül çocuğu, huzur, uyku beşik (mehd) ve Beşiktaş tabirlerini beraber kullanmıştır.
Neden ey tıfl-ı dil âsâyiş-i gerdûna inkârın
Senin hâbîde-i mehd-i Beşiktaş olduğun var mı
Ey gönül çocuğu, dünyanın huzurunu niye inkâr edersin, sen hiç Beşiktaş beşiğinde uykuya dalmışlığın var mı?
Bestekâr, Mevlevî muhibbi* ve şair sultan III. Selim (ölümü 1807) bir kıtasında* Beşiktaş’ta görüp yeşil elbisesine vurulduğu muhayyel güzelden bahsetmiştir.
Başlayub bülbül yine feryâda mest itdi beni
İbtidâ sahn-ı çemende gördüm ol sîmin-teni
Düşdü ol günden derûna nâr-ı bâr-ı ‘aşk ile
Câme-i sebzîn ile yakdı Beşiktaşda beni
Bülbül yine feryada başlayarak beni mest etti; o güzel tenli güzeli ilk kez çimenlikte gördüm. O günden beri içime aşkın yükünün ateşi düştü, beni Beşiktaş’ta yeşil elbise ile yaktı.
Sünbül-zâde Vehbî (ölümü 1809) bir müstezadında* sevgiliyi evine davet ederken adres olarak Beşiktaş’ı göstermiştir:
Beşiktaş semtidir kâşânemizde râhat eylersin
Berâber sarılub yatsak
(kâşâne: büyük ev)
Benim ey dâye-perver tıfl-ı nâz-ı dil-sitânım gel
Kulun olsun sana lâlâ
Nazıyla gönül alan çocuk gel, sana dadılık yapacak olan benim, lala senin kulun olsun.
Sünbül-zâde Vehbî, bir kasidesinde* yine Beşiktaş’tan bahsetmiştir. Bu beyitteki eşleşme Beşiktaş’taki taş ile utanç taşıdır (seng-i hacâlet):
Beşiktaşın olursa mün‘akis tasvîr-i dil-cûyı
Olur seng-i hacâletle şikeste âyine-hâne
Beşiktaş’ın gönül çeken tasviri yansırsa, aynadan ev utanç taşıyla kırılır.
Enderûnlu Fâzıl (ölümü 1810) III. Selim’in Beşiktaş Sarayı’nı ziyaretine dair kasidesinde semti şu surette anmıştır:
Bahâr eyyâmıdır gülşenlerin vakt-i temâşâsı
Beşiktaşın behişte benzedi her bâğ-ı zîbâsı
Bahar günleridir, gül bahçelerini seyretme vaktidir; Beşiktaş’ın bütün güzel bağları cennete benzemiştir.
İlâhî lutf ile mesrûr kıl Sultân Selîm Hânı
Safâlarla serîr-i saltanatda dâ’im it anı
Allahım lütfunla Sultan Selim’i mutlu et, saltanat tahtında sefalarla onu kalıcı kıl.
Beşiktaşa çü teşrîf eyledi yümn ü sa‘âdetle
Kudûm-ı şâh ile oldu berâber işte cennetle
Uğur ve saadetle Beşiktaş’ı şereflendirince, Beşiktaş padişahın bastığı adımla cennetle beraber olmuştur.
Sürûr u meymenetlerle kudûm itdin Beşiktaşa
Efendim ‘âfiyetle dâ’im ol devletle bin yaşa
Efendim, Beşiktaş’a sevinç ve bereketle ayak bastın, afiyette kal, devletle bin yaşa.
Bugün dest-i felekden kurtulub kaçdım Musallâya
Beşiktaşı bütün gezdi beni araya araya
Bugün feleğin elinden kurtulup Musalla’ya (Musalla isimli gezinti yeri) kaştım, o beni araya araya bütün Beşiktaş’ı dolaştı.
Yine Enderûnlu Fâzıl, Beşiktaş’ın kasırlarına dair şu kıtayı yazmıştır:
Beşiktaşın kusûr-ı bî-kusûrun pâre-i elmâs
Görünce kızarub mercân olur şerm ü hicâbından
Derûnun seyr içün dâmân-ı tâkın mevc bûs eyler
Hemîşe ruhsat ister ol şeh-i ‘âlî-cenâbından
Beşiktaş’ın elmas parçası, kusursuz kasırlarını görünce utanç ve hicabından kızarıp mercana döner. Dalga, iç tarafını seyretmek için kemerin eteğini öper, bir yandan da o cömert padişahtan izin ister.
Enderûnlu Fâzıl, ayrıca Ziya Paşa’nın Beşiktaş Sarayı’nı ziyaretine dair bir tercîibent* kaleme almıştır:
İkbâl ola teşrîf-i Ziyâ Pâşa Efendim
Teşrîfin ile rûh gelür taşa Efendim
Reşk itdi Sıtanbûl Beşiktaşa Efendim
Hâk-i kademin nüsha olur başa Efendim
Nur doğdu kudûmunla Beşiktaşa Efendim
Devlet ile ikbâl ile bin yaşa Efendim
Olmuş bu Beşiktaş u Sıtanbûl ‘urefâdır
Birbirlerine hazretin içün rukebâdır
Ol fasl-ı şitâ geldiğine dîde-güşâdır
Bu vakt-i bahâr olsa diyu kârı du‘âdır
Nur doğdu kudûmunla Beşiktaşa Efendim
Devlet ile ikbâl ile bin yaşa Efendim
Ben hufte idim gûşe-i beytü’l-hazenimde
Sultânımın ed‘iyye-hayrî dehenimde
Bir bülbül-i hoş nâtıka şâh-ı suhanimde
Bu beyti terennümle okurdu çemenimde
Nur doğdu kudûmunla Beşiktaşa Efendim
Devlet ile ikbâl ile bin yaşa Efendim
Teşrîfin ile buldu ziyâ rûy-i ehâlî
Gül-gonce gibi semtimizin geldi cemâli
Bir mihr-i cihân-tâb imiş ol Hazret-i ‘Âlî
Ol gurre-i devlet ki hilâl-i mütelâlî
Nur doğdu kudûmunla Beşiktaşa Efendim
Devlet ile ikbâl ile bin yaşa Efendim
Ziya Paşa’nın gelişi bahtları açsın efendim.
Teşrifinle taşa ruh gelir efendim.
İstanbul, Beşiktaş’ı kıskandı efendim.
Adımının toprağı başa örnek olsun efendim.
Adımınla Beşiktaş’a ışık doğdu efendim.
Devlet ile ikballe bin yaşa efendim.
Bu Beşiktaş, bu İstanbul ârif olmuşlardır.
Seni kabul için birbirlerine rakip olmuşlardır.
Kış gelince göz açılmıştır.
Bahar gelsin diye dua etmektedir.
Adımınla Beşiktaş’a ışık doğdu efendim.
Devlet ile ikballe bin yaşa efendim.
Gam evimin köşesinde ben uyumaktaydım.
Ağzımda hayır duası vardı sultanım.
Güzel konuşan bir bülbül çimenliğimde sözümün dalında bu beyti şarkı gibi okurdu:
Adımınla Beşiktaş’a ışık doğdu efendim.
Devlet ile ikballe bin yaşa efendim.
Teşrifinle ahalinin yüzü aydınlandı.
Semtimizin yüzünün güzelliği tomurcuk gibi geldi.
O Hazret-i ‘Âlî dünyaya aydınlatan bir zatmış.
O devletin başı, ışık saçan hilalmiş.
Adımınla Beşiktaş’a ışık doğdu efendim.
Devlet ile ikballe bin yaşa efendim.
Sürûrî (ölümü 1814), yine Beşiktaş, çocukluk, salıncak ve baba mazmunlarını kullanmıştır:
Yok mu babası o şûhun ki salıncak seyrin
İtdirir semt-i Beşiktaşda her ân ane
O şuhun babası yok mu, Beşiktaş semtinde ona her an salıncak seyrettirir.
Enderûnlu Vâsıf (ölümü 1824), devrin padişahının Beşiktaş Sarayı’nı ziyaretine dair bir şarkı yazmıştır.
Mübârek makdeminle Pâdişâhım oldu memnûnun
Beşiktaşı şeref-yâb eyledi nakl-i humâyûnun
Olub zîb-i leb-i deryâ vücûd-ı feyz meşhûnun
Beşiktaşı şeref-yâb eyledi nakl-i humâyûnun
Açub āgūş-i şevkın revzen-i kasr-ı ferah-peymâ
Seni gözler idi şeb-tâ seher mâh-ı münîr-âsâ
Kudûmun bûs içün leb-teşne idi sâhil-i deryâ
Beşiktaşı şeref-yâb eyledi nakl-i humâyûnun
Bulub meclis kemân u nây u tanbûr ile zîb ü fer
Kenâr-ı bahrde rûz u şeb oldukca safâ-güster
Ser-āgāz eyleyüb hânendeler bu mısra‘ı söyler
Beşiktaşı şeref-yâb eyledi nakl-i humâyûnun
Kelâm-ı Vâsıfı gûş eyledi şâh-ı kerem-kârım
Huzûrunda okunsun şarkı-yı pâkîze-güftârım
Hele ben bildiğim şimdi eyâ şevketlü Hünkârım
Beşiktaşı şeref-yâb eyledi nakl-i humâyûnun
Padişahım, mübarek ziyaretinle memnun olundu.
Gelişinle Beşiktaş şeref buldu.
Deniz kıyısının süsü bolluk varlığıyla doldu.
Gelişinle Beşiktaş şeref buldu.
Ferahlık ölçen kasrın penceresini şevk kucağını açıp, ışık gibi ay akşamdan sehere kadar seni gözlerdi.
Denizin sahili, ayağını öpmek için susamıştı.
Gelişinle Beşiktaş şeref buldu.
Deniz kenarında gündüz ve akşam sefa yayıldıkça, meclis keman, ney, tambur ile süs ve parlaklık buldu.
Şarkı okuyanlar yeniden başlayarak bu mısraı söyler.
Gelişinle Beşiktaş şeref buldu.
Cömert padişahım Vâsıf’ın sözünü dinledi.
Senin huzurunda pak sözlü şarkım okunsun.
Şimdi ey şevketli hünkârım benim bildiğim.
Gelişinle Beşiktaş şeref buldu.
Son numune olarak Ziya Paşa (ölümü 1880), Çırağan Sarayı’nın yeniden inşası için yazdığı kasidede saraya Beşiktaş sahilinden şimşeklerin çakarak sarayı aydınlattığını söylemiştir:
Husûsiyle o nev-devlet-serây-i Pâdişâhî kim
Beşiktaş sâhilinden berg urur ismi Çerâğândır
Özellikle, Beşiktaş sahilinden şimşeklerin çaktığı padişahın o yeni devlet sarayının ismi Çırağan’dır.
Beşiktaş’a dair neredeyse dört yüz senelik Divan şiiri numunelerine yer verilen bu yazıda gösterildiği üzere, önceleri Beşiktaşı olarak anılan semt, Deli Birader’in ve Şeyh Yahyâ’nın şehirden uzak, denizcilerin meskeni olan küçük bir kasaba, süslerle dolu bir dünyanın ötesinde yeni kurulan bir yerleşim yeriyken, zaman içerisinde büyüyüp gelişmiş, semtin adı Beşiktaş hâline gelmiş; önce Türkçenin büyük bir şairinin, Nedîm’in evinin adresi, semti olmuş, sonra devrin sadrazamı ve padişahın sarayının yeri için seçilmiştir. Divan şairleriyse ilhamını semtin isminden alan beşikte sallanan yeni doğmuş çocuk benzetmesinden ve bunun çağrışımlarından hiç vazgeçmemişler; benzer teşbihlere* müracaat ederek mısralar söylemişlerdir.
B+ Dergisi / 28. sayı
Kaynakça:
‘Âşık Çelebi, Meşâ‘irüş-Şu‘ârâ.
Asaf Hâlet Çelebi, Dîvân Şiirinde İstanbul, Everest Yayınları, 2020. [İlk yayınlanışı: İstanbul Fetih Derneği Neşriyatı, 1953.]
Asaf Hâlet Çelebi, “Eski Türk Şiirinde Beşiktaş”, Bütün Yazıları, Everest Yayınları, 2018, s. 390-397 [İlk yayınlanışı: Türk Yurdu, No. 247, Ağustos 1955, s. 113-117.]
Cavid Baysun, “Beşiktaş’a Dair”, Türkiye Turing ve Otomotiv Kurumu Belleteni, 1946, No. 55-56-, s. 21-23.
Cem Dilçin, Divan Şiiri ve Şairleri Üzerine İncelemeler, Kabalcı Yayınları, 2011.
Kınalı-zâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu‘arâ.
Kubbealtı Lugatı
Mehmet Özdemir, “Neccâr Zâde Rızâ Divânı’nda Beşiktaş Semti”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c. 3, No. 2, s. 1-10.
Reşad Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi, “Beşiktaş”, cilt 5, 1961, s. 2562-2571.
TDV İslâm Ansiklopedisi.
Yahya Kemal Beyatlı, Edebiyata Dair, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, 1971.
Sözlük
Mahlas: Şairlerin şiirlerinde kullandıkları takma ad.
Mensur: Düz yazı biçiminde, nesir şeklinde yazılmış eser [Nazım şeklinde yazılmış esere manzum denir.]
Şairler Tezkiresi (Tezkiretü’ş-şu‘ârâ): Şairlerin biyografilerini ve şairliklerini şiirlerinden örnekler vererek anlatan eser.
Mazmun: Asıl manayı dolaylı olarak anlatan güzel söz.
Üveysî: Görmediği bir mürşidin ruhaniyetinden feyz alan ve onun manevî terbiyesine giren kimse.
Rubâî: Kendine has aruz vezni kalıpları ile yazılan, genellikle tasavvufî, felsefî fikirleri, dünya görüşünü özlü bir şekilde anlatan dört mısralık nazım şekli.
Şehrengiz: Dîvân edebiyatında bir şehrin güzelliklerini ve güzellerini anlatan, daha çok mesnevî tarzında yazılmış eser.
Gazel: Dîvân edebiyatının temel unsuru olan, genellikle aşk ve coşkuyla söylenmiş, ilk beytinin mısraları birbiriyle, diğer beyitlerinin ikinci mısraları şiirin birinci beyitle kafiyeli, 5 ila 15 beyitlik nazım şekli.
Telmih: Kastedilen öğeyi ima etmek vasıtasıyla icra edilen edebî sanat.
Şarkı: Bestelenmek üzere yazılmış kafiyeli dörtlüklerden meydana gelen nazım şekli.
Mesnevî: Her beyti kendi içinde kafiyeli olacak şekilde meydana getirilmiş uzun yahut uzunca manzum eser.
Nakşî-Müceddidî: Nakşibendiyye tarikatının İmâm-ı Rabbânî’ye (ö. 1034/1624) nispet edilen koluna mensup.
Redif: Her mısraın sonunda, kafiyenin ardından tekrar edilen ek, kelime veya kelimeler.
Kıta: Genellikle dört mısradan meydana gelen nazım parçası.
Muhip: Bir tarikata ilgi ve yakınlık duyan, o tarikatın inancını, görüş ve düşüncelerini benimseyen kimse.
Müstezat: Her mısraın altına vezninin yarısı kadar kısa bir mısra ilave etmek suretiyle yazılan manzume.
Kaside: Beyit sayısı on beşten az olmayan, belli bir maksatla ve özellikle birini veya bir şeyi övmek için yazılmış, bütün beyitlerinin ikinci mısraı şiirin ilk beytiyle kafiyeli manzume.
Tercîibent: Beş ilâ on beyitlik bentlerin tekrarlanan bir beyitle birbirine bağlanmasından oluşan nazım şekli.
Teşbih: Benzetme, benzetmelere dayalı edebî sanat.