BEŞİKTAŞ
23 August 2021

“AÇILSIN SALONLAR”

“Açılsın Salonlar”

 

Uzun yıllardır Beşiktaş’ta yaşayan Derya Alabora, sinema ve tiyatrodaki unutulmaz performanslarıyla önemli karakterlere hayat verdi. b+ Alabora’nın Levent’teki evine konuk oldu.

Söyleşi: Tülay Özgür Fotoğraflar: Yusuf Aslan

Derya Hanım çok ödüllü bir sanatçısınız. Bu ödüller arasında en fazla içinize sinen yapım ya da rol hangisiydi?

“Masumiyet” filminde farklı bir karakterle izleyicilerin karşısına çıkmıştım. Türk sineması için de yeni bir karakterdi. Zeki Demirkubuz ile o filmi çekerken çok heyecanlanmıştık. Dolayısıyla “Masumiyet”teki rolümle aldığım “En İyi Kadın Oyuncu” ödüllerinin benim için anlamı büyük.

Sinemaya geçişiniz nasıl oldu?

Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Anasanat Dalı’ndan 1982 yılında mezun oldum. İlk filmime kadar hep tiyatro sahnesindeydim. Devlet Tiyatrosu’ndan ayrıldıktan sonra da özel tiyatro topluluklarıyla birçok oyunda sahne aldım. İlk sinema filmim 1980’li yılların sonunda Nisan Akman’ın yönettiği “Bir Kırık Bebek”ti.

Oyunculuk nasıl devam etti?

Ben popüler işler yerine alternatif işlerde oynadım. Açıkçası popüler işler yapmaktan çok hoşlanmadım. Popüler iş biraz daha ticari demek ve bu işlerdeki roller sizi çok tatmin etmiyor. Elbette bizdeki karşılığını söylüyorum. Yurt dışında iyi örnekleri var. Türkiye’de alternatif işlerin seyircisi daha az bu nedenle yapım iyi olsa bile ticari getirisi az oluyor. Ben her zaman mesleki tatmini tercih ettim. Öbür türlü bu mesleği yapmamın bir anlamı olmadığını düşündüm. Popüler işlerle daha fazla para kazanabiliyorsunuz. Bunun da kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bana kalırsa bu tercihler insanın ruhu ve yapısıyla bağlantılı. İyi bir rolü canlandırmak benim için çok önemli. Bu nedenle kendi istediğim işlerde oynamayı tercih ettim. Ve oyunculuk hayatımı bu şekilde sürdürdüğüm için bu tercihlerimden dolayı da hiç pişman değilim.

Oyunculuğa başladığınızda 2000’li yılları nasıl hayal etmiştiniz? Şimdi 2021’deyiz, tekniğin gelişmesi sektörü sizce nasıl etkiledi?

Elbette teknik imkânların gelişmesi ve daha kolay uygulanabilir olmasının faydası var. Öncelikle sinemaya daha fazla para yatırılıyor. Eskiden, örneğin Yeşilçam döneminde ucuza filmler çekiliyordu. Çoğu filmde ışığa bile dikkat edilmiyordu. Ama bu hepsi için geçerli değildi tabii, ışık gibi teknik detaylara titizlenen yönetmenlerimiz vardı. Ama genel anlamda baktığınız zaman bu nasıl bir anlatımdır, nasıl bir dildir, nasıl bir ışıktır diye kafa yoran yönetmenlerin daha sonraları ortaya çıktığını görüyoruz. Bunların başında da Atıf Yılmaz geliyor bence, filmleri çok güzeldir. Açıkçası onun filmlerinde rol almak isterdim. Benim Atıf Yılmaz ile oyuncu olarak çalışma şansım olmadı ama sonradan tanıştık ve iyi de arkadaş olduk. Bildiğiniz üzere 2006’da kaybettik onu. Yani o dönemde bir iki iyi yönetmenimiz vardı ama onların filmlerinde oynama şansım olmadı. Zeki (Demirkubuz) ile, Nisan Akman ile, Yeşim Ustaoğlu ile çalışmak benim için çok keyifliydi ve çok tatmin oldum yaptığım bu işlerden. Teknolojinin gelişmesiyle sinema bambaşka bir yere doğru gidiyor. Baktığınız zaman sinemada ne kadar gerçekçi olursa olsun aslında derinlikli karakterlerle bir masal anlatılıyor. Seyirciyi çekmek için masalsı bir yöne gidiyoruz ama ne olursa olsun gerçek karakterler yaratmak önemli. Türkiye’de sinema ilerledi ama durgun bir dönemini -pandemiden bahsetmiyorum- yaşıyor. Çünkü insanlar bir şey anlatmak derdinden çok para kazanma derdinde. Yurt dışında da popüler filmler yapıyorlar; örneğin “Joker” gibi büyük bütçeli film çekiyorlar, büyük paralar harcıyorlar ama büyük kazanç da sağlayabiliyorlar. Biz henüz bu noktaya gelebilmiş değiliz. Teknik sinemayı çok etkiledi tabii. Bir deprem filmi ya da su baskını ile ilgili film yapıyorlar, insanlar büyüleniyor. Biz de bu anlamda bir sinema yok maalesef. Her ne kadar yönetmene ya da oyuncuya dayalı da olsa sinema teknik demek aslında. Düşünsenize Steven Soderbergh iPhone ile film çekiyor. Eskiden böyle bir şey mümkün müydü? Tekniğin geldiği yer muazzam diye düşünüyorum.

Sinema dünyasının en tanınmış oyuncularından olduğunuz hâlde magazin haberlerinde sizi hiç görmedik. Bunu nasıl başardınız?

Demek ki ben de yeterli malzemeyi bulamadılar. Birincisi ben zaten magazinel bir şey yapmıyorum. Çok gezerim. Yani hiç öyle evde oturan bir insan değilim ama magazin tabii ki başka bir şey istiyor. Örneğin magazin bazen geliyor “Bir şey olmuş, öyle mi olmuş?” diye. Biraz onları hafife aldığınız zaman malzeme bulamıyorlar. Çünkü genel anlamda ne yapıyor magazin? Önce fiştekliyor birini sonra o sinirlenince sadece onu çekiyor. Bu sefer ne oluyor; agresif hareket. Yani ben biraz o konularda dalgacıyım, çok ciddiye almıyorum karşımdakini. O zaman da onların işine gelmiyor böyle bir şeyi yayınlamak. Kızdırıp bir şeyler yapmak istiyorlar. Ben magazini büyük bir taciz olarak görüyorum. İnsan haklarına aykırı görüyorum. Ama magazin sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada böyle. Herkes böyle olmasına izin vermiş. Magazin dediğin benim için sadece eğlence demek. Tatlı, minik dedikodular vs. olur ama böyle tacize ve insan aşağılamaya dönüştüğü zaman, bence çirkin bir şey oluyor.

Herkes dizi seyrediyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Dijital platformlar oyuncuları nasıl etkiledi?

Geçen yıl bir dizi yapmıştık, o çok az yayında kaldı. BluTV’ye “Acans” isimli bir dizi yaptık. On bölümlük. Televizyonlarda senaryo her hafta geliyor, her hafta çekim yapılıyor. Dijitallerde ise en başta senaryo belli, çekiyorsun ve bitiyor. Böylece oyuncular en baştan tüm hazırlıklarını yapıp tamamlamış oluyor. Bence bu büyü. Yurt dışında zaten herkes öyle çalışıyor. Dizi çekiliyor ve bitiyor. Ondan sonra teker teker yayına sokuyorlar. Örneğin Kate Winslet’in “Mare of Easttown” diye bir dizisi geldi BluTV’ye. Muazzam bir şey. Winslet’in yüzünde makyaj bile yok, o kadar rolün içine girmiş ve o kadar gerçek. Bizdeki dizilerin masalsı yönü daha fazla galiba. İnandırıcılık benim için önemli bir şey. Shakespeare de masal anlatıyor ama çok derinlikli ve gerçek karakterlerle anlatıyor. Bence doğrusu o.

Dijital platformlar içerik açısından daha mı serbest bırakıyor oyuncuları ya da senaristleri?

Televizyona göre içerik açısından daha serbest olduğunu söyleyebilirim. Yani çok uç noktalarda bir şey olmadığı sürece içeriğe karışılmıyor. Birtakım şeyleri anlatabiliyorsun, söyleyebiliyorsun. Yaşamdan bir şeyler anlatırken birtakım kısıtlamalar olursa anlattığınız hikâyenin gerçeklik duygusu kayboluyor. Bu bakımdan dijital platformları önemli buluyorum. Gerçeklik duygusu açısından bence önemli. Bir de dediğim gibi bitiriyorsun diziyi ondan sonra yayına giriyor. Bence bu çok önemli.

Salgından en fazla etkilenenlerin başında tiyatrolar ve diğer sanat kurumları geldi. Siz sektörün içinden biri olarak neler yaşadınız?

Bu salgın, zaten çok parlak gitmeyen sanat kurumlarına büyük bir darbe oldu. Hem müzisyenleri hem tiyatrocuları hem de sanatla uğraşan arkadaşlarımızı çok zor durumda bıraktı. Çünkü herkes dizi çekmiyor, herkes film çekmiyor. Bu nedenle yaklaşık bir buçuk senedir kimse bir şey kazanmıyor. Gerçekten acıklı bir durum. Sosyal medyadan insanlar destek olmaya çalıştı, canlı yayınlar yapıldı, konserler online yayınlandı, biletler satıldı, herkes işin bir ucundan tutmaya çalıştı ama yeterli mi? Elbette değil. Başka işler yaparak geçimini sağlamaya çalışan sanatçıların olduğunu duyuyoruz. En kısa sürede salonların açılması, konserlerin başlaması gerekiyor.

Bir anda sokaklar maskeli, eldivenli, siperlikli insanlarla doldu. Distopik bir film seyretmekle kalmayıp içinde bizzat rol alıyormuşsunuz gibi düşündünüz mü?

Aslında düşündüm diyemem. 2011’de Kate Winslet ve bir sürü popüler oyuncunun içinde olduğu “Salgın” diye bir film çekilmişti. Hatta filmdeki doktor “Bir aşı yaptık ölü virüs kullanarak ama bir işe yaramadı. Şimdi canlısını deneyeceğiz ama bunun vücuda zarar vermeyeceğini bilmiyoruz” gibi şeyler söylüyordu. Filmde de virüs hava yoluyla bulaşıyor, ciğerleri sarıyor vs. Aynı bugün yaşadıklarımızı anlatıyordu. Tabii 2011’de hatta daha önce de TED gibi platformlarda konuşan bilim insanları bundan sonra virüs savaşları hayatımızın bir parçası olacak diye konuşmalar yapıyordu. Bunları hep dinledik, izledik. Ben de herhâlde böyle bir döneme giriyoruz diye düşünüyorum.

İnsanlar sizce bu durumu beklenenden sakin mi karşıladı? İlk başlarda marketlerde kalabalıklar oldu ama sonrasında her şey normale döndü, filmlerdeki gibi panik sahneleri çok yaşanmadı.

Evet en başta panikledik ama kısa sürede geçti. Bizim kültürümüzde insanlar gözüyle görmediği şeye çok inanmıyorlar. İlk dönemde taksiyle bir yere giderken “Lütfen maskenizi takar mısınız?” diyordum, “Sıkılıyorum abla, in o zaman” diyenler bile oluyordu. Ama zamanla insanlar alıştı, daha fazla bilinçlendi. Herkes için değil, ama para cezası olmasa insanların en az yarısının dikkat etmeyeceğini düşünüyorum. Ama kişisel olarak bu cezaların olmaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü insanların hâli ortada zaten.

Biraz da Beşiktaş’tan bahsedelim. Kaç yıldır Beşiktaş’ta oturuyorsunuz?

Beşiktaş’a ilk kez 1996 yılında taşınmıştık galiba. Şimdiki evimizin karşı sırasındaki sokakta 10 yıl oturduk. Ondan sonra Hisar ve Yeniköy girdi araya ama sonra Arnavutköy’de de bir sekiz yıl kadar oturduk. Sonra yine Levent’e döndük. Beşiktaş’ı çok seviyorum. Özellikle Arnavutköy hâlâ mahalle kültürünün devam ettiği İstanbul’un nadir semtlerinden biri. Beşiktaş’ın ulaşımı çok kolay. Vapura binip Eminönü’ne kolayca geçebiliyorsunuz. Oralarda dolaşmayı, yürümeyi çok seviyorum.

Beşiktaş’ta nerelerde vakit geçiriyorsunuz?

Galiba şu aralar en fazla vakit geçirdiğim yer Arnavutköy. Çok fazla arkadaşım var orada. Akşam üstü inip orada bir yerde oturmak, sahilde yürümek iyi geliyor. Okan Üniversitesi’nde oyunculuk eğitimi veriyorum. Sabahları sıcak simit alıp vapurda çayla kahvaltı ederek karşı yakaya geçmeyi çok seviyorum. Zaten üniversitem Mimar Sinan, Beşiktaş’taydı. Sonra Mimar Sinan’da hocalık yapmaya başladım. Dolayısıyla hayatımın büyük bir kısmı Beşiktaş’ta geçti diyebilirim. Ayrıca Beşiktaşlıyım… Bu da önemli bence.

Beşiktaş Meydanı düzenleniyor. Öncelikle Barbaros Ortaköy varyantı kaldırıldı. Siz nasıl bir Beşiktaş Meydanı hayal ediyorsunuz?

Üst geçidi kaldırdıkları zaman çok sevinmiştim. Ama varyantı bilmiyordum. İyi olmuş bence. Ben insanların, müzisyenlerin bir arada olduğu, rengârenk bir meydan yapılsın isterdim. Yurt dışında çok fazla örneği var. Amerika’da, Berlin’de, Londra’da göstericiler insanlarla birlikte minik oyunlar oynar, gösteriler yapılır, müzisyenler tatlı tatlı şarkılar çalar, söyler… Çay bahçesi kültürünü çok seviyorum. Ahşap sandalye ve masaların olduğu, insanların sohbet ettiği, makul fiyatlara bir şeyler yiyip içebileceği çay bahçelerinin olduğu, bol yeşillikli bir meydan olsun isterdim. Ayrıca Beşiktaş Meydanı’nda en sevdiğim şeylerden biri de kaykaycılar. Gençler çok tatlı, insana neşe, enerji veriyorlar.

Yerel yönetimler sanata nasıl destek olmalı?

Bence bundan sonra bu pandemi dönemleri devam edecek gibi gözüküyor. Hemen olmasa bile salgın bitince başka bir şey çıkacak gibime geliyor. Ben bunları düşünerek açık alanlarda ya da çadırlarda tiyatro kurulmasını istiyorum. Belediyelerin hem müzisyenler hem tiyatro oyuncuları için alanlar yaratması gerekiyor ki sanat devam etsin. Malzemeler çok çeşitlendi, çok pratik hâle geldi. Büyük yatırımlar gerekmiyor. Stantları yan yana getiriyorsun prefabrik sahne oluyor, açılır kapanır sandalyeler koyuyorsun. Sonra burayı değiştiriyorsun başka bir şey için kullanıyorsun. Belediyeler kendi alanlarını böyle kullanmalı bence. Hem pratik hem de ucuza mal edecek ve ucuza kiralayacak ya da kiralamayacak verecek. Destek olacak yani.

Geçen yaz Beşiktaş Belediyesi parklarda “Birlikte İyileşiyoruz” etkinlikleri yapmıştı…

Evet, pandemi için yapılmış etkinliklerdi… Ama genel anlamda daha fazla sayıda salonlar, sahneler oluşturmak gerekiyor. Haziran, temmuz, ağustos, eylül, ekim, yani yılın en az beş ayı açık havada etkinlikler yapılabilir. Hava kötü olunca üstü kolayca kapanabilecek mekânlar yapılabilir diye düşünüyorum. Mutlaka belediyelerin elinde binalar vardır. Yani illa koca koca kültür merkezleri yapmaları gerekmiyor. Küçük kültür merkezleri hâline getirmek, 100 kişilik de olsa salonların olmasından bahsediyorum.

Mahallelerde mi olmalı bu salonlar?

Mahallelerin içinde tabii ki. Böyle salonların çoğalıp belediyenin destek vermesi gerekiyor. Çok az bütçeyle sembolik olarak örneğin tiyatroların biletlerini, oyunların afişlerini bastırıp destek olabilirler. Bu hizmetler belediye için de büyük bir reklam olacaktır. Ayrıca sanatçılara, tiyatro gruplarına büyük destek olacaktır. Zaten şu anda sanatçılar çok mağdur. Bence oyuncular için, müzisyenler için en büyük destek birtakım yerler ve alanlar gösterip orada müzik yapılmasını, tiyatro yapılmasını sağlamak. Şimdi acele olarak hem geçici hem de kalıcı böyle şeyler yapmak gerekiyor.

 

b+ / 33. sayı / yaz 2021
Haberi Paylaş:

Beşiktaş Belediyesi


BKS logo

© 2024 Beşiktaş Belediyesi. Sitedeki tüm metin ve görseller Beşiktaş Belediyesi'ne aittir. İzinsiz kullanılamaz.

F5 İletişim