Söyleşi: Özlem Türkdoğan Fotoğraflar: Oktay Uludağ
Beşiktaşlılık, yöneticisi, futbolcusu, taraftarıyla tüm semt sakinlerinin ortaklaşa inşa ettiği bir ruh, kendine özgü değerleri ve ahlakıyla yaşanan bir futbol kültürüdür. Bugünkü Beşiktaşlıların referansı, eski Beşiktaşlılar ve Beşiktaş’ı yaratan ustalardır. O nesil, saygının, dayanışmanın, paylaşmanın, hak ve adalet arayışının kahramanlarıdır aslında. Biz de o kahramanlardan biri, Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün en yaşlı üyesi Mesut Arda ile Akaretler’deki evinde görüştük.
Beşiktaş aşkınız nasıl başladı?
Beşiktaş kulübüne 1944 yılında, 16 yaşında bir lise talebesiyken girdim. Abdullah Posad isimli bir idarecinin yanında katiplik yapıyordum, haftada 10 liraya. O da kulüpte yöneticiydi. Seni kulübe üye yapalım, dedi. Beni kulübe, Kemal Keto’nun yanına gönderdi. Keto bana, “Şunu doldur. İki isim ver” dedi. Öyle üye oldum. Çocukluktan beri de Beşiktaşlıyım.
Süleyman Seba ile çocukluk arkadaşısınız. Dostluğunuz nasıl başladı?
Süleyman’la çok eski arkadaşız. Kulübün üstündeki sokakta bir apartman vardı, diğerleri tek katlı bahçeli evlerdi. Ben 18 numarada oturuyordum; Süleyman, Akaretler’de aşağı sırada 14 numarada. Bugün Süleyman’ın heykelinin olduğu park, bahçeydi. Mustafa Bey isimli bir bekçisi de vardı. Yazları orada toplanır, sabahtan akşama kadar top oynardık; Akaretler isimli de bir takım kurduk. Süleyman’la aynı ortaokula gittik; o Fransızca, ben Almanca sınıfındaydım. Orayı bitirince Kabataş Lisesi’ne geçtik. Lisede de o Fransızca, ben Almanca sınıfındaydım. Mahalle arkadaşıydık yani. O zamanın şartlarına göre annemiz babamız tanışırdı. Sonra ben yurt dışına gittim. Türkiye’ye geldiğim zaman ya Süleyman bende kalırdı ya da ben onda kalırdım. Sabaha kadar kavga ederdik. Ama kavgamız hiçbir zaman şahsi değil, hep kulüp içindi.
O dönem kurduğunuz kulüpten başka futbolcular çıktı mı?
Cengiz Kap, Arnavut Ali futbolcuydu. Valideçeşmeli Utku ile abisi Nuri futbol oynadı. Hepsi farklı takımlarda oynadı. Kimisi de başka meslekler yaptı. Süheyl Çeçen emniyet müdürü oldu. Nehar Tüblek karikatüristti. Ferdi Özvardar İzocam’ın genel müdürlüğünü yaptı. Celal Şahin arkeoloji okudu ama mesleğini yapmadı; radyoda program yapardı.
Bu bahsettiğiniz isimlerin oluşturduğu ekibe “idealist grup” deniyormuş. Bu isim nasıl doğdu?
Biz idealist grup olarak doğmadık aslında. Akaretler’de Naciye’nin Kahvesi isimli bir kahve vardı. Naciye isimli bir kadınla kocası Ahmet işletirdi. Çocukların annelerinin gelip anahtarlarını bile bırakabildiği bir yerdi. Gençler orada oturur, tavla, kâğıt oynardı. Süleyman genç takımda oynuyordu o zamanlar. Eski kulüp üyeleri bize idealist gençler derdi. Biz idealist grup olarak bir dernek falan değildik. Mesut kim diye sorulunca “O idealistlerden” denirdi. Yirmiyi aşkın kişiydik; ben, Süleyman, Süheyl Çeçen, Cengiz Eltutar, Cengiz Kap, Nehar Tüblek… Bir sürü arkadaşımız vardı ve hepsi de okuyordu. Başkanımız da yoktu. Yani bize idealist lakabını eski üyeler verdi.
Süleyman Seba başkan olduğunda yanında mıydınız? Aklında başkan olmak var mıydı?
Ben uzun yıllar İsveç’te yaşadım. 82-83 yıllarıydı, buraya geldim. Süleyman, “Gazi Akınal bizi Bakırköy’deki tenis kulübüne davet etti. Senin arabanla gidelim. Sen, ben, Ali İhsan ve Şevket gideceğiz” dedi. Ali İhsan Karayiğit ile Şevket Yorulmaz meşhur futbolculardı. Masada Nihat Saman ile Türk Hava Yolları genel müdürü emekli Ertuğrul Bey de vardı. O zaman kulübün başkanı Gazi Akınal’dı. Ertuğrul Bey birden, “Arkadaşlar önümüzde seçim var. Siz idealist grup olarak Gazi Başkan’ı destekleyin, yine o başkan olsun. Sizden de dört kişiyi yönetime alalım. Ne dersiniz?” dedi. Sessizlik oldu. Ben söz aldım: “Ertuğrul Bey sizi dinledim. Ama idealist grup olarak bir tabanımız, arkadaş grubumuz var. Bu grup Süleyman Bey’in başkan olmasını arzu ediyor. Ben sizin sözünüzü ters çevireceğim. Siz bizi desteklerseniz, sizden de birkaç kişi alalım, Süleyman Bey’i başkan yapalım.” Süleyman alttan bana bir tekme attı. Ertuğrul Bey sustu, Gazi Başkan söze girdi, “Süleyman Bey’in böyle bir fikri varsa hayhay, ben çekilirim” dedi. Bu minvalde biz kalktık. Yolda Süleyman, “Sana kim söyledi” deyince ben de “Millet seni istiyor. Olacaksan ol” dedim. Ali İhsan, “Mesut doğru söylüyor. Olacaksan ol, olmayacaksan yakamızı bırak” dedi. Şevket de bir şeyler söyleyince Süleyman sustu. İşte başkanlık serüveni böyle başladı.
Nasıl bir başkan oldu? Diğer başkanlardan farkı neydi?
Süleyman nevi şahsına münhasır bir insandı. Disiplini severdi. Süleyman, para çalayım diyen insan tipinde değildi. Yalan söylemez, durup dururken bir şey vadetmez, karşısındaki insana inanırdı. Sırdaştı. Devlet memuruydu ama fakirlere yardım ederdi. Dini bütün birisiydi; orucunu tutar, gençliğinden beri her cuma namaza giderdi.
Kulüp yönetiminde resmi olarak görevde bulundunuz mu?
Yönetimde bulundum. Süleyman’ın danışmanı olarak yöneticilik yapıyordum.
Başkan olarak kulübe en büyük faydası ne olmuştu?
Süleyman’ın en büyük faydası kulübü birçok parazitten, kabadayı tipli kişilerden temizlemesi oldu. İktidara geçince ilk arzumuz kulübü bina sahibi yapmaktı. Çünkü biz geldiğimizde kulüp, 2,5 metre cephesi olan tek katlı bir yerdi. Arkasında 70 cm’lik bir oda ile kapıcının oturduğu bir oda vardı. Yıktık; yerine çok güzel bir bina yaptık. Sonra arkadaki arazileri aldık. Oraya iki bina yapmak için ihaleye çıkardık. İhalede yüzde 67 bize verdiler, yüzde 33’ü kendilerine almak istediler. Ama Rahmi Koç yani Koç Grubu, yüzde 50-50 verdi. Aradaki büyük farktı. Ben de İsveç’ten gelmiştim. Süleyman durumu bana anlattı. “Türkiye’de müteahhitlere, inşaatçılara güvenme. Koç ciddi bir müessesedir, bu işi bitirir. Başkasına verirsin önce kendininkini yapar, bizimkini bırakır” dedim. Gece 4’e kadar bunun kavgasını yaptık. Sabah bana, “Sen kulübe gelip yönetime gireceksin. Ben mevzuyu açınca sen de bu durumu anlatacaksın” dedi. Yönetimde olmamama rağmen gittik, fikrimi söyledim. “Mesut Bey’in fikrine tamam diyenler el kaldırsın” dedi. Ben ve Süleyman ile beraber 8-10 kişi daha el kaldırdı. “Karar verilmiştir, Koç’a vereceğiz” dedi.
Kulübü küçük bir yapıdan alıp büyüttünüz yani…
O zamanın parasıyla, bir buçuk milyon lira da para aldık. Programda olmamasına rağmen Akaretler’deki binayı da yaptı. Ayrıca söz vermesinden üç ay önce de binaları teslim etti. Rahmi Bey gibi bize ve dürüstlüğümüze inanmış kimselerden yardım gördük. Ayrıca Fulya arazisini birlikte kulübe kazandırdık. Dürüsttük, idealist bir gruptuk.
Sizin de kulübe hem maddi hem de manevi büyük katkılarınız oldu…
Alnım daima açık. Ben yöneticiydim, kulübün bir kuruşu boğazımdan geçmedi. Teberrusuz tek bilet almadım. Kızım, damadım, çocuklarım Beşiktaşlı. Hepsine teberrulu bilet alırdım. Bin liralık bileti, bin 500 liraya alıyordum. 1944 senesinden bugüne dek kulübe yardım ettik. Devlet memuruyken bile…
“Seba gitsin” diye bağırmaları Süleyman Seba’yı üzdü mü?
Para vererek bağırttırdılar. Onların hepsini, kimlerin yaptırdığını da biliyoruz. Süleyman’ı üzdü tabii.
Tribünde bağırmasalar ayrılır mıydı?
Ayrılmak gibi düşüncesi yoktu. Süleyman ile o konuda münakaşa ettik. Süleyman’a, “Yeter, tadında bırak. Kulübün işi bitmez. Çekil köşene” dedim ama bırakmadı. Hâlâ da bırakmak istemiyordu.
Beşiktaşlılar Süleyman Seba’nın kıymetini bildi mi?
Bildiler. Bir şey çalmadı; her şeyi hesaplardı. Stadyumun hakkını da beraber aldık. Bir gün aradı, “Hazırlan bir yere gideceğiz” dedi. Bakırköy’deki futbol federasyonunun bir yerine gittik. Orada Dolmabahçe Stadyumu’nun 49 seneliğine Beşiktaş’a verilmesinin sözleşmesini imzaladık. Sonra beraber stadyumdan içeri girdik. Gazeteciler sahanın ortasında ikimizin fotoğrafını çekti.