Sizin için yeni çıkan kitaplardan bir seçki hazırladık. İşte haftanın en yeni beşlisi…
1. MARC CHAGALL HAYATINI ANLATIYOR
1887-1985 yılları arasında yaşamış modern sanat hareketinin öncü isimlerinden Marc Chagall’ın özyaşam öyküsü “Hayatım” ismiyle kitapseverlerle buluştu. Ünlü ressam Marrc Chagall’ın hayatını anlattığı kitabı raflardaki yerini aldı. İsmet Birkan’ın çevirisi ve Chagall’ın çizimleriyle renklenen otobiyografik eserinin açılışına sanatçının doğumu damgasını vuruyor. Ressamın yangın sonucu “ölü doğumu”nu ve hayata dönüşünü anlatan satırlar, sonrasında bir sanatçının doğuşuna tanıklık eden sayfalara dönüşüyor.
Chagall, tüm tablolarına sinen Vitebsk’i ve ailesini, tıpkı kendi resimlerinde olduğu gibi, düzyazıda da kendisine has bir üslupla anlatıyor. Etkileri İkinci Yeni şiirine dek uzanan Chagall, “Hayatım” kitabında sanatçı olmanın bir sanat kolundaki yetkinlikten daha fazlası ve bir “duyuş farkı” olduğunu gösteriyor. Ünlü şair Cemal Süraya, imgeleri tüm dünyayı sarsan Chagall için, “Ressamlar kadar şairlerin de çok öğreneceği şey var ondan. Ben kendi payıma, kimsede Chagall’daki kadar adamı çarpan, bozan, alıp götüren şiirsel çağrışımlar görmedim” demişti. Picasso ise ressamı tanımlarken “Chagall bu imgeleri nereden buluyor bilmiyorum, kafasında bir melek olsa gerek” ifadelerini kullanmıştı. Marc Chagall’ın “Hayatım” isimli kitabı Jaguar Yayınları tarafından geçtiğimiz günlerde kitapseverlerle buluşturuldu.
2. KÂZIM GÜNDOĞAN KAYIP ERMENİLERİN İZİNİ SÜRÜYOR
“Keşiş’in Torunları – Dersimli Ermeniler”, 1937-1938’li yıllarda Dersim’den sürgün edilen Ermenilerin neler yaşadığına ışık tutmayı amaçlıyor. Gerek 1895 kırımı, gerekse de 1915 olaylarında Dersim’de hem mülkiyetin el değiştirmesi hem de dilinden, dininden ve yaşadıkları topraklardan sürgün edilen Ermeni halkının giderek kültürel bütünlüğünü yitirişinin izleri takip ediliyor.
1915’ten sonra Dersim’de kurumsal varlığı korunabilen tek ibadet yeri olan Halvori Surp Garabet Vank’ının bombalanarak yıkılması ve “Keşiş ailesi”nin yok edilmesi nedeniyle geride kalan az sayıdaki aile fertleri de Türkiye’nin değişik yerlerinde “zorunlu iskân”a tabi tutulmuş ve bu çalışmayla söz konusu bireylerin öyküleri toplanıp gün ışığına çıkarılmıştır. Kâzım Gündoğan, kaybedilmiş bu Hristiyan topluluğun üyeleriyle Isparta, İzmir, Dersim, Bolu, İstanbul, Almanya ve Fransa’da görüşmeler yapıp; 1938 Dersim olayları öncesi ve sonrası, sürgün ve zorunlu iskân dönemi, Türkleştirme, İslamlaştırma, Alevileşme süreçlerine dair hatırlamaları ve yaşama tutunma biçimleri kaydedilerek birer belgeye dönüştürüyor.
3. İBN BATTUTA İLE ANADOLU’YA YOLCULUK
XIV. yüzyıl İslam âlemi ile birlikte Türk dünyasını canlı levhalar halinde aksettiren önemli kaynaklardan biri de İbn Battuta’nın “Tuhfetu’n Nuzzar fi Garaibi’l-emsar ve Acaibi’l-esfar” adlı seyahatnamesidir.
1325 yılında, 22 yaşında iken hac maksadıyla memleketinden ayrılan, Avrupa hariç neredeyse eski dünyanın tamamını gezen İbn Battuta, Marko Polo ile birlikte Ortaçağ’ın en büyük iki seyyahından biridir. Seyahatname; yeme, içme, giyim, aletler ve adetlerle ilgili etnoloji ve folklor malzemesinden başka, İslam âleminin iktisadi hayatını ve sanatını inceleyenler için bir hazine değerinde olmasının yanı sıra eser, o zamanki İslam dünyasının etnik vaziyeti hakkında bilgi vermesi bakımından da ciddi bir öneme sahip. Aynı zamanda eser sayesinde devrin büyük şeyhleri, velileri yanında Sünnilik, Şiilik ve şubeleri hakkında fikir edinmek de mümkündür.
Seyahatnamede Anadolu’nun o günkü durumu hakkında ayrıntılı bilgiler, beyliklerin iç ihtilafları, Umur Bey’e karşı düzenlenen Haçlı saldırısı, Germiyanoğulları’na karşı duyulan güvensizlik, Eretna Devleti’nin refah seviyesi, Sinop’un stratejik değeri, Erzurum ve Erzincan’da birbirleriyle çarpışan Türkmen kabileleri, İlhanlılar’ın Anadolu siyaseti, Çobanoğulları ve diğer konular hakkında birinci elden bilgiler sunuluyor.
Eserin hazırlanışında Şerif Paşa tercümesi esas alınmakla birlikte Defrémery tercümesinden de istifade edilmiş. Kitabın mukaddime kısmı hayli zor bir okuma içerse de diğer bölümlerde mümkün olduğu kadar sade bir dil kullanıldığı da göze çarpan özelliklerden. Aynı zamanda araştırmacıların faydalanabileceği bir “dizin” bölümü de es geçilmemiş.
4. “İZMLER” MODERN SANATI ANLAMADA YARDIMCI OLACAK
“İzmler Modern Sanatı Anlamak” kitabı son 150 yılda modern sanatı biçimlendiren akımları bir araya toplayan bir eser. Bu temel modern sanat rehberi, 19. yüzyıl sonundan günümüze sanatı biçimlendiren belli başlı bütün akımları, gruplar, üsluplar, okullar ve sanatçılar hakkında verdiği bilgiler ışığında açıklıyor.
Kitapta, İzlenimcilikten başlayarak her modern sanat akımı, kısa bir özet, başlıca sanatçıların ve anahtar sözcüklerin listesi, derinlikli bir analiz, akımı örnekleyen sanat yapıtlarından resimler içeren, izlenmesi kolay bir formatta ele alınıyor. Savaş öncesi Kübizmi ve savaş sonrası Soyut Dışavurumculuğundan 21. yüzyılın Sokak Sanatına kadar modern ve çağdaş sanatın tarihi, birbiri ardına gelişen akımlar üzerinden irdeleniyor. Gerçeküstücülük ve Pop Art gibi ünlü “izm”ler, daha az tanınan Orfizm, Fluxus ve Yeni Dışavurumculuk gibi avangard akımlarla yan yana yer alıyor.
Sanatseverler ve öğrenciler için merak uyandırıcı ve bilgi verici bir rehber olan bu “İzmler” kitabı aynı zamanda modern ustalar Claude Monet, Pablo Picasso ve Andy Warhol’dan Damien Hirst, Jeff Koons ve Banksy gibi güncel sanat yıldızlarına kadar son 150 yılın en önemli görsel sanatçılarının tümünü belli bir bağlam içine oturtuyor.
5. SENİ SEVİYORUM. ÇOK,
Bora Abdo ödüllü bir yazar. “Öteki Kışın Kitabı” (2012) Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü ve “Bizi Çağanoz Diye Biri Öldürdü” (2014) kitabı ise Saik Faik Hikaye Armağanı’nı kazanmıştı. Karakış Üçlemesi, Beni Unutma Dörtlemesi ve şimdi de yine bir kitap serisinin ilkiyle “Seni Seviyorum. Çok,” ile Pergel İkilemesinin başına geçmiş oldu. Yeni kitabının tanıtım yazısı ise işte şu merak uyandırıcı satırları içeriyor: “Seni Seviyorum. Çok,” dosyasındaki kesik ve titrek zamanların, eski yüzyılların, insanın tarihindeki akıl almaz aynılığın, değişmeyen hazin kıstırılmışlığını gördüğümde Bora’ya bu kitabın arka kapak yazısını yazmak istediğimi dair bir mektup kaleme aldım hemen. Üç ay sonra mektubu değil de kendisi geldi. Oturup, Büyükada’da, akşamın kızıllığında rakı içtik. O susuz içti gene. Fırtınayı dinledik. Karga sürülerini de.
“Peki, yaz” dedi ve gitti. Karım Ayşe Edipoğlu öldüğünde ki kendisi de çok iyi bir romancıdır, masasının çekmecelerinde notlarını bulup romanını kitaplaştırmış ve altı yaşında mor bir kamyonun çarparak öldürdüğü kızımızın adını verdiğim bir yayınevi kurmuştum.
Hayır, elbette ki karımı ben öldürmedim. Öldüremeyecek kadar seviyordum onu. “Seni Seviyorum. Çok,” kitabı hakkında çok düşündüm. Öyküleri defalarca okuyup çözümledim. Hepsi birbirinden güzeldi. Bora’ya yine bir mektup yazdım. Üç ay sonra yeşil bir kaban buldum kapımın önünde. Sırt kısmında iğne iplikle işlenmiş bir cümle vardı.