BEŞİKTAŞ
27 Ağustos 2020

EN ESKİ BEŞİKTAŞ

EN ESKİ BEŞİKTAŞ

Beşiktaş’ın yakın zamana kadar bilinmeyen, derin tarihinin ilk görünümleri, Ocak 2016’dan itibaren kendini göstermeye başladı. Metro projesi kapsamında başlatılan arkeolojik kazılar, hem Beşiktaş’ın hem de İstanbul’un tarihi için çok önemli keşiflere sahne oldu. Avrasya bozkırlarından bilinen, göçebe geleneğine ait kurgan tipi mezarlar, bilim dünyasında büyük yankı yarattı.

Yazı: Rahmi Asal – İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü, Mehmet Ali Polat – Arkeolog / Kazı Sorumlusu, Gökhan Ortak – Arkeolog / Kazı Sorumlusu
Fotoğraflar: İstanbul Arkeoloji Müzesi Arşivi, Yusuf Aslan

Beşiktaş, antik zamanlardan beri yerleşim yeri olma özelliğini koruyan bir bölge. Ama o en eski dönemlere ilişkin buradaki yapılaşma hakkında pek bir şey bilmiyorduk, bilinenler de mitolojik hikâyelerden öteye gitmiyordu. Bizans dönemine dair daha çok şey biliyoruz doğal olarak; soyluların ve ruhban sınıfının yerleştiği bir bölge olarak kendini gösteriyor. O zamanlar Beşiktaş sur dışı bir yer olduğu için yönetsel bir statüye sahip değildi. MS 6. yüzyılda yaşamış ve 18 kitaptan oluşan bir kronik yazmış olan John (Yohannes) Malalas’ın 14. kitabından öğrendiğimize göre, İmparator Leo, Konstantinopolis’te çıkan büyük yangında kenti terk ederek Beşiktaş’ta bulunan St. Mamas’a gitmiş, burada büyük bir liman ve Yeni Kolonadlar inşa edilmesini emretmiş.

Beşiktaş yerleşim yeri kimliğini Osmanlı Dönemi’nde kazandı. İstanbul fethedildiğinde küçük bir koydu. Ancak İstanbul, 16. yüzyılda sur dışına taşıp Galata, Üsküdar ve İstanbul Boğazı’nın iki kıyısı boyunca yeni yerleşmelerle büyüyünce kent yönetimi de buna göre tekrar düzenlendi. Kent, Suriçi ve Bilâd-ı Salase (üç belde) adı verilen bölgelere ayrıldı. Beşiktaş, Kağıthane’den Rumelikavağı’na kadar uzanan, Rumeli yakasının yöneticiliğini üstlenen Galata Kadılığı’na bağlandı.

Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nde, Şeyh Yahya Efendi, bugünkü Çırağan Sarayı karşısına düşen sırtta bir tekke yaptırarak buraya yerleşti. Yazılı kaynaklar, Kaptanıderya Barbaros Hayrettin Paşa’nın günümüzdeki Deniz Müzesi’nin bahçesine yaptırdığı yalıda oturduğunu da belirtir. Zamanla saraylı ve saraya yakın kişilerin buraya yerleşmeleri, semtin büyüyüp gelişmesini sağladı. Ama özellikle Osmanlı’nın son devrinde, Dolmabahçe, Yıldız ve Çırağan saraylarının Beşiktaş’a yapılması, burayı imparatorluğun merkezi haline getirdi. Hanedan ailesi ve saray görevlileri ile devlet bürokrasisinin buraya taşınmasıyla çok hızlı bir gelişme göstermiş, çok renkli bir hayat sürdürür olmuştu. II. Abdülhamid Dönemi’nde resmi adı “Zaptiye Nezareti Beyoğlu Mutasarrıflığı Beşiktaş Polis Memurluğu” olan semt, halk arasında “Beşiktaş Muhafızlığı” olarak anılırdı. Beşiktaş’ın Beyoğlu Mutasarrıflığı’na bağlı oluşu, ilçe statüsü kazandığı 1930’a dek sürdü. Beşiktaş’ın tarih içindeki bilinen serüveni genel olarak bu şekildeydi.

Derin Tarih
Ama Beşiktaş’ın yakın zamana kadar bilinmeyen, derin bir tarihi de vardı. O tarihin ilk görünümleri, Ocak 2016’dan itibaren kendini göstermeye başladı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından Kabataş-Mecidiyeköy-Mahmutbey Metro projesi kapsamında başlatılan arkeolojik kazılar, hem Beşiktaş hem de İstanbul’un tarihi için çok önemli keşiflere sahne oldu. Beşiktaş Meydanı’nda, Barbaros Bulvarı’nın Çırağan Caddesi’yle kesiştiği köşedeki metro istasyonu inşaat alanında İstanbul Arkeoloji Müzeleri Başkanlığı’nca yürütülen kazılarda bulunan kurgan tipi mezarlar, arkeoloji dünyasında da büyük yankı uyandırdı.

İki ayrı alanda sürdürülen kazıların ilki 15 metre çapındaki şaft alanında yapıldı. İkincisi ise metro istasyonu alanının güneyinde yaklaşık 850 metrekarelik alanda halen devam ediyor. Beşiktaş istasyon kazı alanı, şimdi her biri caddeye dönüştürülmüş üç derenin, Ihlamur Deresi, Beşiktaş Deresi ve Barbaros Bulvarı altında kalmış olan Hasan Paşa Deresi’nin birleşerek oluşturdukları alüvyon düzlük üzerinde yer alıyor.

Metro kazıları öncesinde, Beşiktaş’la ilgili bilgilerimiz çok sınırlıydı ve Bizans Dönemi’nden daha önceye inmemekteydi. Semtin tarihöncesi ve tarihi dönemleri hakkında arkeolojik bilgi yoktu. Bu kazıyla birlikte Beşiktaş’ın tarihöncesine ilişkin yeni ve heyecan verici bir kapı açıldı. Basında ve kamuoyunda heyecan ve şaşkınlık yaratması boşuna değildi.

Ancak Beşiktaş’ın tarihöncesine ulaşmak için, önce diğer tarihi tabakaları özenle aşmak gerekiyordu. En yeni tarihi dönemlerden, tarihöncesine tabaka tabaka bir yolculuk…

Kazı çalışmalarında güncel yol seviyesinden itibaren yaklaşık ilk üç metrelik dolgu içinde, Beşiktaş’ın yakın tarihine ait altyapı sistemleri, sokak dokuları ve yapı temelleri tespit edildi. İstasyon şaft alanı olarak adlandırılmış 15 metre çapındaki kazı alanında 19-20. yüzyıllara ait kalıntıların ardından alan içerisindeki uzunluğu 10 metre, genişliği 90 santimetre olan horasan harç bağlayıcılı pişmiş toprak tuğla ve taş kullanılarak inşa edilmiş bir Bizans Dönemi yapı duvarı açığa çıkartıldı. Duvar örgü tekniği ve elde edilen küçük buluntular birlikte değerlendirildiğinde MS 7-9. yüzyıllara tarihlendirilen bu duvar, Beşiktaş’ta Orta Çağ’a ait en eski yapı kalıntılarından biri olarak kayıtlara geçti.

İstasyon alanında sürdürülen çalışmalarda ilk olarak güncel dolgunun hemen altından kuzey-güney doğrultusunda uzanan mevcut uzunluğu yaklaşık 34 metre, genişliği 11 metre olan beton ve demir kullanılarak inşa edilmiş dört adet ray sistemine rastlandı. Yazılı kaynaklar ve Pervititch haritalarından anlaşıldığına göre bu ray sistemi, 1910 yılında yapılan ve 1955 yılında Barbaros Bulvarı’nın açılması sırasında yıkılan, Beşiktaş tramvay deposunda tramvayların bakım onarımının yapıldığı kısımdaydı.

Kurul kararı gereği kaldırılan tramvay deposunun altında devam eden çalışmalarda Osmanlı Dönemi’ne ait oldukça tahrip olmuş mimari kalıntılar ile küçük buluntular tespit edildi. Osmanlı Dönemi tabakasının ardından Bizans Dönemi tabakası açığa çıkartıldı; bu tabakada çok sayıda Bizans zamanına ait çanak çömlek ve tuğla parçaları ile küçük buluntular elde edildi. Mimari kalıntı olarak bir adet işlik ile 5.5 metre çapında yuvarlak planlı horasan harçlı, moloz taş ve yaprak tuğla ile örülmüş bir mahzen (kuyu) bulundu. Yapının iç kısmında taş basamaklar vardı. Kazı çalışmalarında sırasıyla MS 11-12. yüzyıllara tarihlenen kurşun bir madalyon, iki adeti tüm olmak üzere yoğun miktarda 8-9. yüzyıllara tarihlenen amfora parçaları, damgalı tuğla parçaları, pişmiş toprak kap ve testi parçaları ile mermer ağırlık, mimari blok parçaları, korkuluk levhası ve korkuluk ayağı parçaları ile az miktarda metal, kemik ve cam obje parçaları bulundu. Bakır bir güğüm de bulundu ki, günümüz güğümleriyle olan benzerliği şaşırtıcı ve önemliydi. Bu buluntuların dışında yoğun balçık tabakası içinde bir adet hasır sepet ve etrafında yoğun miktarda ceviz kabuğu ile farklı bitkilere ait tohumlar tespit edildi. Kazı alanında derinleşildiğinde sayıca az olmakla beraber Roma, Helenistik, Klasik ve Arkaik dönemlerine ait buluntular da elde edildi.

Tunç Çağı Kurganları
Tüm bu buluntular, kazıdan elde edilen bilgiler başta arkeoloji olmak üzere ilgili bilim alanları için çok önemliydi. Ancak kazı ilerleyip de en alt tabakaya inildiğinde, muazzam bir sürprizle karşılaşıldı. Etrafları taşlarla çevrili, çoğunluğu yuvarlak planlı, boyutları farklılık gösteren 32 adet kurgan tipi mezar tespit edilmişti ki, tam anlamıyla bir keşifti bu. Alanın topografik durumuna bağlı olarak kuzey kesimde 2 metre güney kısımda 0.50 metre kotlarında olmak üzere prehistorik (tarihöncesi) döneme ait kalıntılardı bunlar. Kurganlar içinde ve çevresinde 81 adet mezar açığa çıkartıldı. Avrasya bozkırları, Karadeniz’in kuzeyi ve Kuzeydoğu Avrupa’dan bilinen kurgan tipi mezarların Beşiktaş’ta kendini göstermesi, dünya kültür tarihi ve göç yolları açısından yepyeni ve çok önemli bir gelişmeydi.

İskeletler üzerinde yapılacak olan DNA analizleri ve Carbon 14 testleri sayesinde, göçebe bozkır halklarının Balkanlar üzerinden mi Beşiktaş’a geldiklerini yoksa Beşiktaş’tan mı steplere gittiklerini anlayabileceğiz. Elde ettiğimiz ilk verilere göre bizim düşüncemiz, bu göçebe toplulukların, Beşiktaş’tan Avrasya bozkırlarına yayıldığı yolunda.

Mezarların kazılması ve belgelenip kaldırılması Düzce Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Yasemin Yılmaz’ın danışmanlığında gerçekleştirildi. Bugüne kadar ortaya çıkartılan mezarlardan beşinin inhumasyon (doğrudan gömü), 74’ünün kremasyon (yakarak gömme), ikisinin ise sembolik olduğu anlaşıldı. Doğrudan gömü mezarlar içinde sekiz bireye ait iskelet tespit edildi. Kremasyon mezarların yedisi urne tipi (pişmiş toprak kap içine gömü) olup bunlardan sadece üçü kurgan içine gömülü. Geri kalan kremasyon mezarlar ise doğrudan zemin üzerinde. Bunlardan 35’i kurgan içi, 32’si ise kurgan dışı kremasyon uygulamaları.

Kremasyon mezarlar kendi içinde farklılık gösteriyor. İlk grubu oluşturan ve bugüne kadar başka hiçbir arkeolojik kazıda rastlanılmamış, yerinde yakıp gömmeye dayalı kremasyon mezarlar verdikleri bilgi açısından çok önemli. Zemin üzerinde ağaç parçalarının üzerine cenin pozisyonunda yatırılmış cesedin üzerine ağaçlar koyulmuş ve yakma işlemi gerçekleştirilmiş. Zeminde cesedin yatırılış pozisyonunun izleri kalmış. Cesetten kalan kemikler ayak ucundan kafaya doğru süpürülüp bir araya getirilmiş, etrafı orta boyutta taşlarla çevrelenerek örtülmüş. Mezar taşlarla dairesel plan verecek şekilde çevrilmiş, taşların iç kısmı toprak ve taşlarla yaklaşık 1-1.5 metre örtülmüş. İkinci grubu oluşturan ve sayıca daha fazla olan diğer kremasyon mezarlar, cesedin başka bir yerde yakıldıktan sonra kemiklerin getirilip gömüldüğü mezarlardır. Üçüncü grup kremasyon mezarlar yakma işleminden sonra kemiklerin ve küllerin pişmiş toprak kapların içine konulduğu ve bu kapların gömüldüğü mezarlardır. Urne tipi mezar olarak adlandırılan bu gömme çeşidinde içerisinde kemiklerin olduğu kaplar yine dairesel plan veren etrafı taşlarla çevrili alanların içerisine gömülmüştür.

Bazı mezarlarda mezar hediyeleri bulundu. Çoğunluğunu pişmiş toprak kapların oluşturduğu bu hediyeler içinde taş ve arsenikli bakırdan eşyalar da yer alıyor. Bunlar arasında şüphesiz en önemlisi pişmiş topraktan yapılmış iki adet figürindir. Bu küçük sanatsal eserler, genellikle canlı varlıkları betimler ve sunu veya süs amacıyla yapılır. 25 numaralı kurganın içinde olasılıkla erişkin bir bireyin yanmış kemiklerin arasında, uç uca konmuş iki adet figürin vardı. Mezarın üzerine ters bir şekilde konmuş figürinler, uç uca gelecek şekilde özenlice yerleştirilmişti. Profilden bakıldığında ön yüzlerinin bulunduğu taraf içbükey, arka yüzünün bulunduğu taraf dışbükey form verir ve stilize bir insan formu sezilir. Baş kısmı oval formlu olup üzerinde kazıma çizgi ile yapılmış iki yana açılan dal ya da ağaç betimlemesi olabilecek bir dekorasyon bulunur. Anadolu’da ele geçmiş olan diğer insan biçimli figürinlere bakıldığında stilize de olsa göz, ağız gibi unsurlar eklenmiştir. Ancak Beşiktaş’ta bulunan figürinlerin ikisi de oldukça farklı. Ayak kısmı da tek parça halinde olup uç kısmındaki kısa kazıma çizgilerin parmakları betimlediği düşünüldü. Gövde kısmında ise üst köşelerin omuz çıkıntısına denk gelebileceği öngörüldü. Gövdenin ön yüzünde üst ve yanlarda kazıma nokta bezemelerle bir çerçeve yapıldı. Yanlarda çerçeve kazıma nokta bezemeler iki dikey sıra halinde. Bu çerçevenin içinde kalan alanda ise çizgisel bir insan figürü bulunuyor. Kazıma çizgi ile yapılmış bu figürün baş kısmı V şeklinde olup kol ve bacakları iki yana açık. Üzerlerinde kazıma ile yapılmış çizgiler mevcut olup bunlar Runik alfabede yer alan işaretlerin benzerleri görülür. Asya kurgan kültürü araştırmacıları bu gibi işaretleri “tamga” olarak adlandırıyor.
Bu iki figürinin gerek form ve bezeme benzerlikleri, gerekse mezardaki yer alma pozisyonları muhtemelen iki kişi arasındaki duygusal bağı yansıtıyor. Ayrıca üzerinde bulunan tamga benzeri işaretleri ve baş kısmının yapraklı oluşu “Şamanik” bir ritüelin parçası olma ihtimalini de düşündürüyor.

Bu mezarların ne zamana ait olduğuna gelince: Kremasyon tipi kurgan mezarların Kalkolitik Dönem sonu İlk Tunç Çağı başına yani, MÖ 3500-3000 ait oldukları tespit edilmiştir. Bu da günümüzden 5.500 yıl öncesinden söz ediyoruz demektir. Kazı alanında Geç Tunç Çağı-Erken Demir Çağı’na (MÖ 1500-1100) ait beş kurgan da tespit edildi. Bunlar da daha eski olanlar gibi etrafı taşlarla çevrili dairesel planlı alanların içerisinde yer almakla beraber bu dönemde cesetlerin doğrudan toprağa gömüldükleri görülmektedir. Bu demektir ki, Beşiktaş en az iki üç bin yıl boyunca, konargöçer toplulukların kamp ya da konaklama alanıydı. Bu insanların Beşiktaş’a nereden geldiği, burada sürdürdükleri yaşamın özellikleri ve nereye gittikleri hakkında yapılacak yeni araştırmalar ve devam eden kazı, umuyoruz ki insanlığın geçmişine ilişkin pek çok bilinmeyene ışık tutacaktır.

b+ / 28. sayı / kış 2020
Haberi Paylaş:

Beşiktaş Belediyesi


BKS logo

© 2024 Beşiktaş Belediyesi. Sitedeki tüm metin ve görseller Beşiktaş Belediyesi'ne aittir. İzinsiz kullanılamaz.

F5 İletişim