KİTAP
28 Nisan 2016

PERŞEMBE BEŞLİSİ

Perşembe Beşlisi

Dünyanın Merkezine Tünel Kazmak

“Merak ediyorum, acaba insanoğlunun takıntıları da, Japon balıkları gibi, koşullar ne kadarına izin verirse o kadar mı büyüyor?”

Kevin Wilson’ın karakterleri gerçekle hayal, sıradanla fantastik arasında gidip gelen bir dünyada yaşıyor. Vefat etmiş, hasta ya da yanına yaklaşılmayacak kadar huysuz aile büyüklerinin yerine ücret karşılığı ikame büyükannelik yapan bir kadın; anne babası kendiliğinden alev alarak öldükten sonra Scrabble fabrikasında harf tasnifçisi olarak çalışmaya başlayan genç; annelerinden kalan evin tek sahibi olmak için kağıttan 250’şer turna yapmak zorunda kalan kardeşler…

Gerçek hayatın neredeyse tüm kurallarının geçerli olduğu mini evrenlerde yaşayan fazlasıyla yalnız karakterler.

Fang Ailesi’yle kendine önemli bir hayran kitlesi yaratan Kevin Wilson, ilk öykü kitabı Dünyanın Merkezine Tünel Kazmak’ta yine okurunda gülme isteği ve acıma hissini aynı anda yaratmayı başarıyor.

Kewin Wilson, “Dünyanın Merkezine Tünel Kazmak”, Çeviri: Emre Gözgü, Domingo Yayınları, 240 sayfa

Çinli Zengin Sevgilim

“Ona mesaj yazmamalıydım, dedi kendi kendine. Neden kendime bunu yapıp duruyorum? Ne zaman onun sesini duysam, yazdığı bir e-postayı okusam ya da kısa mesajına rastlasam işkence çekiyorum. Vazgeçmeyi denedim, onu yok saymayı denedim fakat bunca zaman sonra onu ilk kez görmek… Çıplak tenine yapışmış siyah danteller içinde… Güzelliği başımı döndürdü.”

Graham Green’in Sessiz Amerikalı (The Quiet American) romanından aklımızda kalan loş odalarda, zarif ipek cheongasm (Asyalı kadınların giydiği dik yakalı, dar elbise) içinde kuzgun siyah saçlı genç kızların dolaştığı, zengin adamların mahjong (bir kumar oyunu) oynadığı, sıcak ve yasemin kokulu Saygon, Singapur, Şangay’dan farklıydı Kwan’ın anlattıkları…

İki binli yılların başından itibaren, globalleşen dünyada hızla zenginleşen Çinliler, lüksün yeni kodlarını belirlemeye başladı. Channel, Dior gibi modaevlerinin Asyalı mankenler kullanmaya başlaması, Şangay ve Hong Kong gibi kentlerin moda bloggerlarının yeni adresi olması derken, Kwan bu yeni dünyanın detaylarını ince bir şekilde ele aldı. Bir yandan lüksün en tepe noktasında yaşayan yeni zengin genç Asyalılar, öte yandan hala geleneklerine bağlı, tutumlu, çocuklarının kendi isim ve hanedan gücüne uygun biriyle evlenmesi dışında bir hayali olmayan zengin eski kuşak anne ve babalar…

Çinli Zengin Sevgilim, bu kuşak çatışmasını, aslında temalar değişse de, gizli aristokrasi duvarlarının hala varoluşunu inceden dalga geçerek anlatıyor. Sadece değişen ipek kimonolar yerine Fransız haute couture giyinen Çinli kadınlar… Gerçi hâlâ ejderha desenli fincanlarında kurutulmuş kırmızı hurma çayı içiyorlardı ama evlerinin altına en kıymetli Fransız şaraplarını da depolamaya başlamışlardı artık. Erkekler cephesinde de durum farklı değil. Eskinin zengin bir adamının gücü belki sahip olduğu değerli kısraklarla ölçülürken, artık Bugatti otomobile binmek de yetmiyor. Zira onu parası olan herkes alabiliyor! Ancak Singapur’da sadece belli ailelerden kişilerin kabul edildiği bir apartmanda, o lüks otomobilinizle 20.kata kadar asansörde çıkıp, onu salonunuzun önüne park edip, gece özel bir ışık sistemiyle aydınlatabiliyorsanız, beraber iş yaptığınız kişiler sizin güçlü bir işadamı olduğunuza inanıyorlar!

Kevin Kwan, “Çinli Zengin Sevgilim”, Mona, 505 sayfa

Osmanlı’da Batı Müziği

XIX. yüzyıl İstanbulu’nda saraydan gündelik hayata Batı müziğinin serüveni…

Hanedan, Sultan II. Mahmud’dan itibaren Batı müziği eğitimi almaya başladı. Sultanlar besteler yaptılar, tiyatro yaptırıp konser ve opera izlediler, yabancı müzisyenleri ağırladılar. Ordularda askerî müzik okulları ve bandolar kuruldu. Batı müziği, devlet merasimlerinin vazgeçilmez bir unsuru oldu.

Her saltanat döneminde resmî marş bestelenip çalındı. Osmanlı Sarayına bağlı Muzıka-i Hümâyun; orkestra, bando ve opera takımlarıyla Batı müziğinin yaygınlaşmasında önemli bir rol oynayarak mirasını bugünkü Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ve TSK Armoni Mızıkası’na devretti. Saray; tiyatroları destekledi, müzik okulları açtırdı, okullara piyano aldırdı, müzik kitapları bastırdı, bestecileri ve müzisyenleri ödüllendirdi. Avrupa ve Amerika’dan pek çok müzisyeni, besteciyi ve çalgı üreticisini unvan, nişan ve madalyayla taltif etti.

Müzik öğretmenleri, müzisyenler, müzik mağazaları, yayıncılar, müzik okulları ve tiyatroların faaliyetleriyle başlayan Beyoğlu (Pera) merkezli müzik piyasası ise fonograf, gramofon ve sinemanın gelişiyle büyüdü. Batı müziği; eğitim, icra, nota, yayıncılık ve bestecilik gibi pek çok alanda alaturka müzik kültürünü etkiledi. Batı müziğinin Osmanlı’daki serüvenine ışık tutan bu eser, yüzlerce Osmanlıca belge ve gazete haberinden de faydalanılarak hazırlanmıştır.

Selçuk Alimdar, “Osmanlı’da Batı Müziği”, İş Bankası Kültür Yayınları, 744 sayfa

Vefasız Peri

“Geçmişte, zamanı mekân gibi görürüz. Her şey uzakta kalır, geçmişin uçsuz bucaksız, baş döndürücü bir çayır olduğu mesafede, tıpkı çok yüksekten düşüyormuşuz da düşme süresi, mesafe, bizi hareketsiz kılıyormuş gibi, tıpkı müthiş bir hızla gökyüzüne düşen ama kendileri için bunun bir düşüş olmadığı tramplenciler gibi. İşte hafızanın içine böyle dalıyoruz.”

Guillermo Cabrera Infante, ölümünden sonra yayımlanan Vefasız Peri’de sözcük oyunları, iğnelemeler ve göndermelerle dolu üslubuyla başka zamanlardan bir Havana aşkına hayat veriyor.

Guillermo Cabrera Infante, “Vefasız Peri”, Çeviri: Çiğdem Öztürk, Can Yayınları, sayfa 240

Ortak Lüks
Paris Komünü’nün Siyasi Muhayyilesi

“Marx 1871 Paris Komünü’nün en önemli yanının gerçekleştirmeye çalıştığı herhangi bir ideal değil, kendi “işleyen varoluşu” olduğunu yazdığında, asilerin gelecek topluma dair herhangi bir ortak tasarımları olmadığını da vurgulamış oluyordu. Bu anlamda Komün hemen oracıkta doğaçlama uydurulan veya geçmiş senaryolar ve tabirlerden parça parça bir araya getirilip gerek duyuldukça değiştirilen ve İmparatorluğun son dönemlerindeki halk toplantılarının uyandırdığı arzularla beslenen siyasi icatların denendiği işlek bir laboratuvardı.”

Kristin Ross müthiş bir şey yapıyor bu kitabıyla: Paris Komünü’nün ardından gelen yorumların yarattığı sahte ikilikleri –anarşizme karşı komünizm, köylüye karşı işçi, Fransız cumhuriyetçiliğinin sahiplendiği komün ile reel sosyalist gelenekteki komün vs.– bir kenara bırakıyor ve Komün’ü yetmiş iki günün sonunda katliamla sona ermiş bir “trajedi” olarak yorumlamayı reddediyor. Ross’a göre, Komün’ün değerlendirildiği iki bağlamın, Soğuk Savaş’ın sona ermiş ve Fransız cumhuriyetçiliğinin tükenmiş olması, Komün’ü bu iki kısıtlayıcı bağlamın dışında ele almanın önünü açıyor ve bu sayede solu canlandırarak günümüzün meseleleriyle yüzleşmesine imkân sağlıyor. Ross, geleneksel solun hep yaptığı gibi olup bitmiş ve “başarısız olmuş” bir tarihsel olay olarak görülen Komün’den “dersler çıkarmak” yerine, Komün öncesinde, sırasında ve sonrasında oluşan kültürün, Komün’ün katılımcılarının kendi fikriyat ve pratiklerinin izini sürerek, bunların benzer meselelerle –enternasyonalizm, eğitim, sanatın statüsü, emeğin geleceği, ekoloji vb.– boğuştuğumuz bugün için nasıl gümrah bir kaynak olabileceğini gösteriyor. Komün öncesinde toplantılar ve kulüplerde konuşulanların, sonrasında da hem katliamdan kurtulanların hem de fiziken orada olmasalar da zihinleri ve yürekleriyle Komün’e destek vermiş Kropotkin, Morris ve Marx gibi düşünürlerin fikriyatında yarattığı devrimci etkinin izini sürüyor.

Kristin Ross, “Ortak Lüks”, Çeviri: Tuncay Birkan, Metis, 176 sayfa
Haberi Paylaş:

Beşiktaş Belediyesi


BKS logo

© 2024 Beşiktaş Belediyesi. Sitedeki tüm metin ve görseller Beşiktaş Belediyesi'ne aittir. İzinsiz kullanılamaz.

F5 İletişim