Bu haftaki Perşembe Beşlisi hercai menekşe tadında… Her telden, her renkten kitap var. Açılışı “Anadolu’nun Tadı Tuzu Kardeş Mutfaklar”la yaptık ki iştahınız kabarsın. Artık gerisi size kalmış!
Anadolu’nun Tadı Tuzu
Kardeş Mutfaklar
Göçlerle gelen mutfak kültürü varlığını yüzyıllardır Anadolu topraklarında sürdürüyor. Halkların deneyimleriyle yoğrulan mutfağımız, zengin içerikli bilgi mozaiği sunuyor bize.
Gelen halklar, hem yerleştiği coğrafyanın kendilerine verdiği ürünleri kullandı hem de kendi mutfağını, pişirme tekniklerini, deneyimlerini o yöreninkiyle harmanlamasını bildi.
Anadolu kucak açtı gelenlere geçenlere. Yolculuk hiç bitmedi; toprak ana bereketiyle besledi, büyüttü geleni gideni. Kiminin adı Hititli, kiminin Urartulu, Pontuslu, Bizanslı, Selçuklu, Osmanlı oldu.
Mutfağımız, halkların iç içe yaşamasıyla oluşan paylaşımcı, coğrafya odaklı, yerel ürünlerle zenginleşmiş, bilgiyle işlenmiş olağanüstü bir kültür hazinesine dönüştü. Farklı coğrafyalara, kültürlere karşın sınırları ortadan kaldıran mutfakların kardeşliği de işte bu sayfalarda anılarla, tariflerle bir araya geldi…
Sosyalizmde Eğitim
Küba
Türkiye’den Küba’ya herhalde imrenerek bakılabilir. Elbette bu küçük ve Türkiye’ye göre oldukça fakir sayılabilecek ülkeye Türkiye’den imrenerek bakılabileceğini söylemek biraz çelişkili görülebilir. Ancak gerçek şu ki, Türkiye onca zenginliğine rağmen halkını genel olarak ortalama bir refah düzeyinde yaşatamamasına karşın Küba tüm yoksulluğuna, kapitalist dünyanın kendisine karşı duyduğu nefrete ve bu nefretin doğurduğu ekonomik ambargolara ve ideolojik bombardımana rağmen devrimden bu yana halkının refah düzeyini, eğitim düzeyini, yaşam kalitesini ve süresini bir bütün olarak yükseltmeyi başarmış bir ülke. Hatta sağlık konusunda, bilimsel ilerleme konusunda, güzel sanatların teşviki konusunda, insanların dinlenme ve eğlenme hakları konusunda ve bunların halk geneline yayılması konusunda Türkiye’yi hayli geride bırakmış durumda.
Celil Denktaş, bu kitabında Küba’daki eğitim sistemini merkeze alarak, ama sadece eğitim mefhumunu değil, sağlık, politika, politik katılım, kadınların gündelik ve politik varoluşları gibi çok sayıda alt başlığı da incelemesine dahil ederek, sosyalist bir ülkenin panoramasını çıkarıyor.
Ziyaret Tepe:
Asur İmparatorluğu’nun Anadolu Sınırlarını Keşfederken
Türkiye’nin güneydoğusundaki yukarı Dicle bölgesine arkeolojik bir keşif…
Bu kitap, sizi o zamana dek dünyanın gördüğü en büyük İmparatorluk olan Asur İmparatorluğu’nun eyalet başkentlerinden birini keşfetmeye Tuşhan’a davet ediyor. Burada gerçekleştirilen arkeolojik kazılar sonucunda bir yandan valinin sarayı, seçkinlerin konutları, erlerin kışlaları gibi yapılar ortaya çıkarken, bir yandan da imparatorluğun MÖ 9. yüzyılın başlarındaki genişlemesinden çöküşüne kadar ki bütün tarihinin izi sürüldü. Ortaya çıkan pek çok olağanüstü buluntu arasında incelikle resmedilmiş bir duvar sıvası; daha önce bilinmeyen bir dilin varlığına işaret eden, çiviyazısıyla yazılmış bir tablet ve imparatorluğun çöküş sürecine ait bir mektup da bulunuyor.
Kitap, kazıların öyküsünü canlı ve sade bir dille aktarıyor: dünyaca ünlü arkeologların kaleme aldığı metinler, sarayların keşfinden hem seçkin hem de alt sınıfların günlük yaşamlarına dair anlatılara ve insanların binlerce yıl önce oynadıkları oyunlara kadar pek çok konuyu, ilgi çekici bir üslupla anlatıyor.
Çok Özel İsimler Sözlüğü
Çağdaş edebiyatımızın önemli ve özgün yazarlarından Müge İplikçi, Çok Özel İsimler Sözlüğü’nde, bizleri kadınlara, çocuklara, gençlere ve tabii ki erkeklere doğru kısa mesafeli bir yolculuğa çıkarıyor.
Kitaptaki isimler ilk bakışta dünya hallerinin anlık fotoğrafları gibi görünse de sırtlandıkları hayat, içinde bulunduğumuz 21. yüzyılın haletiruhiyesini derinliğine aktarma konusunda hiç cimri değil.
İsimleri “çok özel” kılan da bu zaten: sıradan insanların, kendi hallerinde yaşayıp gideceklerken üzerlerine binen yükün altında bükülüp dağılmış ruhları.
Peki hayat bundan mı ibaretti? Elbette değil! Edebiyat da zaten bu yüzden var.
Halep
Suriye’nin Muhteşem Tüccar Şehrinin Yükselişi ve Düşüşü
Doğu medeniyetleri konusunda en önemli otoritelerden biri olan Philip Mansel, bölgenin en kadim, en büyük ve en kozmopolit şehirlerinden biri için özlü ve zarif bir ağıt kaleme almış. Trajikliği ve zamanlamasıyla, bu kitap bize neden Halep’in yasını tutmamız gerektiğini muhteşem bir şekilde gösteriyor.
William Dalrymple
Savaştan sonra Halep bir harabeye dönüştü. Sokakları karanlığa gömüldü ve nüfusunun büyük bir bölümü şehri terk etti.
Ama burası bir zamanlar Müslümanların, Hıristiyanların ve Yahudilerin barış içinde bir arada yaşayıp ticaret yaptıkları, canlı bir dünya şehriydi. Asur, Pers, Yunan, Roma, Arap, Osmanlı imparatorluklarına ve Fransızlara ev sahipliği yapmış olan Halep kadar kadim ve renkli çok az şehir vardır. Osmanlı yönetimindeyken, İstanbul ve Mısır’dan sonra Halep imparatorluğun en büyük üçüncü şehri olmuştu. Zenginliğini İpek Yolu üzerindeki, dünya ticaret yollarının kavşağındaki konumuna, Ortadoğu’nun Venedik, İsfahan ve Agra’dan gelen tüccarları buluşturan en büyük çarşısı olmasına borçluydu. Bölgede özellikle yemekleri ve müziğiyle nam salmıştı. 400 yıl boyunca yolu Halep’ten geçmiş konsolos, tüccar ve seyyahların tanıklıklarından faydalanan Philip Mansel, Halep’in kültürel ve ekonomik zenginliğin zirvesinden çöküşüne kadar uzanan dokunaklı yolculuğunu anlatırken, iç savaşın parçaladığı şehre saygı duruşunda bulunuyor.