İstanbul Bu Gece Yine Sensiz
Misafir günleri, 1950’ler, 1960’lar İstanbul’unda hanımların hayatında önemli, özel günlerdi. Örnekse, ayın ikinci çarşambası falanca hanımın misafir günü, son perşembe de filânca hanımın. Bu öğleden sonralar için özel olarak hazırlanılıyor, ev yapımı tuzlular tatlılar, çörekler, pasta, çay, sıcak günlerde limonata. Misafir günü, evin beyi dönmeden sona eriyor. Tabiî bazı emekli beylerin tam ikram saati hanımlara katıldığı oluyor…
Türk edebiyatının yaşayan belleği Selim İleri, “sonsuz” İstanbul’unda bizi yeni bir geziye çıkarıyor. Bu görkemli kentin tarihi, mimarisi, edebî birikimleri, yaşama biçimi, mutfağı… Hepsi bir arada!
Karakarga’dan bir başyapıt daha!
Comics Journal tarafından Avrupa’nın en yaratıcı ve önemli sanatçılarından biri olarak tanımlanan David B.’nin başyapıtı. Bu otobiyografide epilepsi hastası bir kardeşle beraber büyümenin nasıl bir şey olduğu anlatılıyor.
David B. (Pierre-François Beauchard) Fransa’nın Orléans kasabasında olarak dünyaya geldi. İlk yıllarını sokaklarda arkadaşları ve kardeşi Jean-Christophe ile sıkıcı oyunlar oynayarak ve kızkardeşi Florence’a eziyet ederek geçirdi. Ama hayatları kardeşinin 11 yaşında ilk epilepsi krizini geçirmesiyle değişti. Çare arayan anne babaları onları akupunkturculardan, manyetik terapistlere, medyumlardan makrobiyotik yaşamcılara sürükledi.
David B., epilepsi hastalığının korkunç yüzünü, çektirdiği acı ve aileye yaşattıklarını en açık haliyle anlatırken bir yandan da kendi ailesinin sıra dışı yaşantısını da sayfalara aktardı. Kitap boyunca yaşanan flashback’ler sayesinde aile büyüklerinin hikâyelerine de tanıklık ediyor, iki dünya savaşını da gören büyükbabasının hikâyesini öğreniyoruz. Epileptik ustaca çizilmiş, insanın kalbini burkan son derece duygusal edebi bir eser.
Bolşevik Devrimi’nden Gezi Parkı’na
Nasıl ki Dünya, kendi çevresinde bir günde,
Güneş’in çevresinde bir yılda dönüyorsa,
devrim de dünyanın çevresinde bir asırda döner.
Göründüğü kadarıyla içeride iki kişiydiler. Yeni soluklanmışlardı ki, sığındıkları metruk yapının ağır demir kapısı bir kedinin geçebileceği kadar aralandı. Önce bir baş uzandı, birkaç saniye sonra iki kişi süzüldü içeri. Işık düştü ince bir ağaç kalınlığında, boylu boyunca.
Çanlar, siyasetin zamanı ve şehirleri altüst ettiğini duyurmak için çalıyor. Petersburg’da, Neva Caddesi’nde kızakla kayılan güzel ve sakin günler… Sonra devrimin saatleri, sonra şehrin ismini Leningrad yapmak için gelen Bolşevikler… Ülkesinden uzakta, Konstantinopol’de, Çukurcuma sokaklarında o eski sakinliği beyhude arayan bir kadın…
Ajanlar, muhbirler, istihbarat servisleri… Genelevler, revüler, perükâr salonları arasında kışı çıkartan, baharı başlatan hayata tutunma çabası… Stalinistler ve Troçkistler… Paris’e ve oradan Barcelona’ya, İspanya İç Savaşı’nın çetin bir cephesine varan bir öfke… Geçmiş günlerden gelecek güne. Nereye varır bu mücadele?
Gün Zileli, Bolşevik Devrimi’nden Gezi Parkı’na, şimdiki zaman direnişlerine, isyanla ve yaşam iştahıyla geçen bir ömrü anlatıyor. Dirençli, sokağı çağıran, gencecik.
As’ın yeni arkadaşı
As kahvaltısını yaptıktan sonra, arkadaşı Yavaş Hayvan’ı görmek için ormanın yolunu tuttu. Evden çıkarken kahvaltı masasını toplamadığı gibi, mutfak penceresini kapatmayı da unuttu. Döndüğünde kahvaltı masasının üstünde müthiş bir karınca, sinek ve böcek trafiği vardı! Neyse ki ormanda yeni tanıştığı, uzun bir burnu, burnundan da uzun bir dili olan kokuşuk arkadaşı ona yardım edebilirdi.
Batı Avrupa solcularının hikâyesi
Zapata’nın arabasının Froidevaux Sokağından çıktığını görmüştü. Bir Jaguar’dı bu. Eski haydutun, hiç değilse bu konudaki beğenisinde bir değişiklik olmamıştı.
Proletarya Öncüsü’nü kurduklarında, yirmili yaşlarda üniversite öğrencisi beş delikanlıydılar. Silahlı mücadeleyi bırakıp örgütü fesih kararı almalarının üzerinden yirmi yıl geçmiş, bu süreçte içlerinden üçü, bir zamanlar yıkmak istedikleri düzene katılarak ün ve para sahibi olmuştu. Elie Silberberg, hayatta kalabilmiş dört kişi arasındaki “başarılı” olamayan tek kişiydi. Örgütü, grubun beşinci üyesi olan ve “Neçayev” kod adını kullanan Daniel Laurençon’u yirmi yıl önce ölüme mahkûm etmişti.
Nazi işgaline direniş yıllarından ‘68 olaylarına ve dar kadro örgütlerinin silahlı mücadele eylemelerine uzanan; bu örgütlerin yöneticiliğinden medya patronluğuna kadar savrulan üç kuşak Batı Avrupa solcularının ve onların oğullarının, kızlarının hikâyesini anlatır Jorge Semprum. Soluk soluğa okunacak bu hikâyenin bir kara ayrıntısı vardır: Aniden başlayan cinayetler ve suikastlar zincirinin hedefi olan kariyer sahibi eski solculardan hesap sormaya mı gelmiştir biri?