Caz Çok Zor
Batu Akyol, 2013 yılında kamera arkasına geçerek onlarca müzisyen ve müzik yazarıyla cazın Türkiye’deki yolculuğuna dair tanık olduklarını, yaşadıklarını konuşmuş ve “Türkiye’de Caz” belgeselini hazırlamıştı. Müzisyenler, konserler, albümler, festivaller, caz icra edilen farklı yerler hakkında çok değerli bir sözlü tarih çalışması olan bu filme sığmayanlar Caz Çok Zor’da bir araya geliyor; Türkiye’de cazın tarihini anlatırken Türkiye’nin tarihine de ışık tutuyor.
Emin Fındıkoğlu caz hikâyelerinin yanında tiyatro oyunları için yaptığı aranjmanları anlatırken, Sadettin Davran’dan Emel Sayın’ın programı bittiğinde arkasında çalan müzisyenlerin caz bara, jam session yapmaya gittiğini dinliyoruz. Murat Beşer caz’ın bir soğuk savaş silahı olarak nasıl kullanıldığını anlatarak bizi ABD’ye götürüyor. Dan Morgenstern hikâyeyi karşı taraftan tamamladıktan sonra Ertegün kardeşlerin yarattığı efsaneyi, Atlantic Records’u, Arif Mardin’i, İlhan Mimaroğlu’nu anlatıyor… On sekiz bellekten süzülen anılar, yap boz parçaları gibi kocaman bir resimde bir araya geliyor.
Zeynep Hanım
Bir Türk Kadınının Avrupa İzlenimleri
Zeynep Hanım 19. yüzyıl sonunda “kadın hakları” konusunda büyük bir uyanışa yol açan Batı feminist hareketi karşısında kıpırtısız görünen Doğu’dan sesini yükselten öncü bir kadın. Bu bakımdan o evrensel bir isyancı, dili iyi kullanan bir entelektüel, aynı zamanda
uyumsuz ve dik kafalı bir romantik, bir “cesur yürek.”O belki de bizim yalnız başına seyahat eden
“İlk Türk Kadın Gezginimiz!”
Buket Uzuner
Zeynep Hanım, 1906-1912 yılları arasında bazen tek başına, bazen kız kardeşiyle birlikte Avrupa’yı neredeyse karış karış gezip, izlenimlerini yazan, Rodin’den Britanya milletvekillerine kadar farklı çevrelerin davetlerine katılıp onlarla, anadillerinde derin fikir tartışmalarına girmekten hiç çekinmeyen, altı dilde yazan ve okuyan, piyano ve ud çalan sıradışı bir kadın.
Pierre Loti’nin Les désenchantées (Bezgin Kadınlar) romanının gizli kahramanı da olan Zeynep Hanım’ın Loti ile gizlice buluşmalarından, 1906 yılında kız kardeşiyle peşlerine takılmış gizli polisten (hafiyeler) nefes nefese kaçışlarına kadar tüm yaşadıkları, yüksek bütçeli bir ajan filminin fantastik kurgusuna taş çıkartacak kadar gerilimli ve sürprizlerle dolu bir macera!
Bir Türk Kadınının Avrupa izlenimleri, Zeynep Hanım’ın, İskoç feminist gazeteci Grace Ellison’a yazdığı mektuplardan oluşuyor.
Edip’in Lastik Topu
Dostlarının ve ailesinin anlatımıyla Edip Cansever
Sanırım 1955. 6-7 Eylül olaylarından bir hafta, on beş gün önce filan. İstanbul’a yeni gelmişim, maliye müfettiş yardımcısı olarak. Bir süredir şiirlerimin yayımlanmakta olduğu Yeditepe dergisine gittim. Orada tanıştığım kimselerle dostluğum sonuna kadar sürdü ve İstanbul çevresinde edindiğim ilk dostlar, son dostlar oldu bunlar. Kimler vardı? Agop Arad, Hüsamettin Bozok (derginin sahibi), Edip Cansever, Muzaffer Buyrukçu, Orhan Kemal. O akşam Hüsamettin Bozok’un evine gittik. Orada yemek yendi, içildi. Daha sonra bunlara bağlandım. İçlerinde en genç olanlar ben, Edip ve Muzaffer. Üçümüz birbirimize daha yakın olduk tabii.
Cemal Süreya
Yapı Kredi Yayınları, otuzuncu ölüm yıldönümünde Edip Cansever hakkında ilginç bir kitap yayımladı. Şairin kişiliğini, alışkanlıklarını, dostluklarını ve farklı yönlerini anlatan kitabın adı: “Edip’in Lastik Topu”: Dostlarının ve ailesinin anlatımıyla Edip Cansever.
Ülkü Uluırmak’ın arşivinden çıkan “Edip’in Lastik Topu”, başta bugün hiçbiri hayatta olmayan Vedat Günyol, Cemal Süreya, Fethi Naci, Memet Baydur, Selçuk Baran gibi yazarlar olmak üzere, şairin Merih Sezen, Yalçın Yalın, Yakup Arslan gibi dostlarının; antikacı ortağı Mösyö Jak’ın; kızı Nuran Birol, ablası Edibe Aykaç, kız kardeşi Ayten Böke ve eşi Mefharet Cansever’in ses kayıtlarının çözümünden oluşuyor. Birbirinden farklı görüşler, değerlendirmeler, eleştiriler, yargılamalar içeren kitap Cansever şiiri hakkında çalışanlar için kaynak niteliğinde. Söz gelimi Cemal Süreya’nın şu sözleri dikkate değer: “Edip şiiri bozarken şiir Edip’i düzeltmiştir. Bunun yanlış anlaşılmamasını isterim. Şiir sevgisi onun her şeyidir. Orda idama gidebilir.”
Şiirsel dünyasını somutlaştıran ve şairi bize yaklaştıran çarpıcı tanıklıklarla dolu bir kitap “Edip’in Lastik Topu”.
İkinci El Zaman
Kızıl İnsanın Sonu
Bize kimse özgürlüğü öğretmemişti. Sadece özgürlük adına ölmeyi öğretmişlerdi.
İsveç Akademisi, Svetlana Aleksiyeviç’e Nobel Ödülü verdiğinde yazarın “yeni bir edebi tür” yarattığını belirtmiş, eserlerini de “duyguların ve ruhun bir tarihi” sözcükleriyle betimlemişti. Aleksiyeviç uzun bireysel monologları farklı seslerin duyulduğu bir kolaja dönüştüren özgün dokümanter tarzıyla, kendilerine nadiren konuşma fırsatı verilen, yaşantıları da çoğu zaman ülkenin resmi tarihine karışarak yitip giden sokaktaki insanların hikâyelerini kayıt altına alıyor.
Sovyetler Birliği’nin dağılışı ve yeni bir Rusya’nın ortaya çıkışı üzerine senfonik bir sözlü tarih çalışması olan İkinci El Zaman’da Aleksiyeviç, komünizmin çöküşünün kroniğini çıkartıyor. Rusya’nın sıradan insanları geçirdikleri son otuz yılı anlatarak bizlere Sovyetler Birliği’nin çöküş döneminde ve çöküşün ardından ortaya çıkan yeni Rusya’da yaşamanın nasıl bir tecrübe olduğunu gösteriyorlar. 1991-2012 dönemini kapsayan söyleşiler aracılığıyla, Aleksiyeviç bizleri propagandanın ve uydurma medya anlatımlarının ötesine taşıyor. Bunu yaparak da hem Rusya’nın hem de baskıya, teröre, açlığa, katliamlara dair, fakat aynı zamanda ülkelerinden duydukları gurura, gelecek umutlarına ve herkesin bir ütopya yaratmak için omuz omuza çalışıp mücadele verdiği inancına dair anılarını hâlâ taşıyan Rusların panoramik bir portresini çiziyor. Sonuç olarak da, bir zamanlar dünyanın üçte birini egemenliği altına alacak kadar güçlü bir fikrin ardından o topraklarda yaşamanın ayrıntılı bir dökümü çıkıyor karşımıza.
Nedamet
Mehmet Cevat Yıldırım masalın sınırlarında gezinen, özgün ve vurucu bir vicdani hesaplaşma hikâyesi sunuyor okura.
Berber çırağı İlyas, Viranbayır kasabasının sakladığı büyük sırrı tesadüfen öğrenir. Kasabanın “kadımîleri”nden bir genç kız öldürülmüş, kızın ailesi ayaklanmış, bu vesileyle kadımîler yok edilmiş, sürülmüştür. Herkesin bilip de bilmezden geldiği bu sır İlyas’ın vicdanında büyük bir yara açar. Amacı mümkün olduğunca uzağa gitmek, denize açılmaktır. Kasabayı terk edip Liman şehrine sığınan İlyas bir iş, Hasan adında bir de dost bulur. Ardından bir gemiye tayfa yazılıp denize açılır ancak deniz selamete yol vermez.Yıllar sonra Hasan’ın İlyas adını verdiği oğlu doktor çıkar ve Viranbayır’a atanır. Babasından kasabanın sırrını öğrenmiştir. Kasabanın acımasızlığı ile mücadele etmesi gerektiğinde bu sırrı açığa çıkaracak ve Viranbayır’ın kirli düzenini sarsacaktır.