ANILARDAKİ BEŞİKTAŞ
5 November 2015

LEVENT: BİR CUMHURİYET MAHALLESİ

Levent: Bir Cumhuriyet Mahallesi

Bir Cumhuriyet Mahallesinin Öyküsü isimli sergisiyle ailesinin ve aile dostlarının Levent’teki yaşamlarını foto realistik çizimlerle aktaran İrem Ela Yıldızeli, bu “ideal şehir”in kuruluşunu ve ifade ettiklerini Beşiktaş Belediyesi’nin kent kültürü dergisi B+’nın 25. sayısı için için kaleme aldı. 25. sayının tamamına ulaşmak için tıklayınız.

Yazı-Foto realistik çizimler: İrem Ela Yıldızeli

Kimi hikâyeler “bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti” diye başlar ya hani; benim hayatım da aynen bu şekilde başlar. Bulduğum bir günlük ve yazarı ise hiç tanımadığım büyük dedem…

O zamanlar Güzel Sanatlar’daki hocam sayesinde bütün gizem dolu hikâyeleriyle süslü sanat tarihine olan tutkumun yanında, Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi ile ilgili bilgilerim, maalesef 1980 ve 90’ların ezberci eğitim sistemine takılmıştı; denize dökülmüş düşmanlar ile sanki gökten inmiş kadar kolay oluşmuş Cumhuriyet’in altı ilkesinden öteye gitmiyordu. En önemlisi de içselleşmemiş bilgilerden ibaretti. Belki de sadece doğanın kanunu gibi, yokluğunu hissetmeden gerçek varlıklarının anlamını tam olarak kavrayamamıştım.

2008 Şubat’ında yavaş yavaş o değerleri tekrar dile getirdiğimiz yıllara girmiştik. Hiç hafif bulutlu havada bedeninizi yere çeken ağır bir basınç hissettiğiniz olur mu? Bilirsiniz biraz sonra patlayacak bir fırtınanın habercisidir ama havada, nem kapmış birkaç bulutla derdinizi anlatamazsınız da… En son özgür düşünce anlamında en güvendiğim arkadaşımdan “Kemalist” lafını yedikten sonra kişisel olarak kalıplaştırılmaktan rahatsız olmuş, bu konularda konuşmaz olmuştum. Oysa ailemin dilinden düşmüyordu.

İşte o gece, babaannemin Levent’teki evinde, televizyon karşısında amcam ve babamın güncel olaylarla ilgili sıkıntılı yorumlarının yanında gecemi aydınlatan tek sese, kendi dönemini hayranlıkla anlatan babaanneme kulak vermiştim. Hani mümkün olsa ışığından akıp onun zamanına, 1930’lara kaçasım vardı. Fakat en uzak kaçabildiğim yer yan odada babasının kütüphanesi oldu.

Meclis albümlerinin arasından bana göz kırpan defteri ellerimin arasına alır almaz açtığım ilk sayfada “mecliste” ve “Atatürk” kelimelerini görünce bir heyecan, elimde yeni bulduğum hazinemle salona koştum.

Babaannem, tabii yetiştiği dönemin koşullarına uygun belli bir adab-ı muaşeret görmüş olduğundan hemen tepkisini gösterdi: “Aaaa kişisel yazılar okunmaz, hemen bırak onu yerine!” Oysa ben 80’lerin çocuğuydum. Açıklama gereği bile duymadan ve aileye de çaktırmadan defteri yürütüvermiştim.

İşte; benim hayatım o defterle bir gecede değişiverdi.

İDEAL ŞEHİR
Günlükte beni çarpan ilk cümle, Atatürk’ün Meclis’teki konuşması sırasında kendisine ve diğer milletvekillerine karşı “Arkadaşlar” kelimesini kullanması üzerine büyük dedemin kurduğu cümle oldu:“Yalnız iztiraplar değil sevinçler de insanı sarsar. Ben de sarsıldım. Bu vaziyet içinde ortaya yeni bir şeyler çıkarmak için kafamı tekrar yormağa başladım. Netice olarak uykularım kaçtı…”

Büyük dedem, 29 yaşındayken Fransız bir profesörün sözü üzerine ilk Türk tıp tarihini yazmış, daha sonraki yıllarda koca bir dağa Uludağ ismini vermişti. Tüm yenilikçi çalışmaları ve eserleri sayesinde Atatürk tarafından milletvekili olarak görevlendirilen ve 47 yaşında bu görevin ağırlığını üstünde hissederek daha da fazlasını üretmek adına uykuları kaçıp hastalanan bir milletvekili…

Daha ilk cümlesinde ona hayran kalıp, onun ve diğer Cumhuriyet aydınlarının peşine düşmeye karar verdim.

Sonraki yıllarım, babaannemin dolaplarından, şehir kütüphanelerinden ve Meclis tutanaklarından belge toplayarak geçti. Büyük dedem sayesinde Meclis’ten Hasan Âli Yücel, Reşat Nuri Güntekin gibi dönemin birçok önemli isminin sohbetlerine şahit olup onları daha yakından tanıma fırsatı buldum.

Bu sırada bulduğum belgeler zenginleştikçe derleme bir kitap hazırlamaya başladım. Kimi konular çok hassas olduğundan daha kapsamlı bir araştırma ortaya koymak adına kütüphanelerden çıkmaz olmuştum.

Beyazıt Kütüphanesi’nde bulduğum ikinci önemli belge ise son projemin çıkış noktası oldu. Bu sefer karşımda 1950 tarihli Akşam gazetesine ait bir makale duruyordu. Başlık: “İdeal Şehrin Çirkinliği”. “Bir arkadaşımız Levent Çiftliği’nde yaptırılan binalara ‘Gündüz kondular’ diyor!”

Bahsedilen mahalle, babam ve benim çocukluğumun geçtiği Levent’ten başka bir yer değildi; fakat müstakil evleri ve yeşilliği ile şehircilik anlamında belki de en güzel bölgeye “çirkin” ve “gündüz kondular” yakıştırmasını şaşkınlıkla karşılamıştım.

“Sayın Lütfi Kırdar, İstanbul Vali ve Belediye Reisliği’nden çekilmezden bir müddet evvel Emirgân Korusu’nda bir basın toplantısı yapmıştı. Bu toplantıya otobüslerle giderken yanımdakilere sordum:
– Belediye, Emlâk Bankası ile müştereken Levent Çiftliği’nde bir mahalle tesis edecekmiş. Şu Levent Çiftliği nerededir, bilir misiniz?
İhtiyat zabitliği için hazırlık kampı esnasında o havaliyi karış karış gezmiş olan bir arkadaş, Zincirlikuyu’da, giderken yolun sağ tarafında, dağ başında geniş araziyi gösterdi;
– Levent Çiftliği işte burasıdır, dedi.
Düşünceye daldım… Dağ başında su, hava gazı vesaire gibi tesisatı olmayan hatta yolları yapılmamış bulunan, şehirden bu kadar uzak arazide nasıl mahalle kurulabilirdi? Belediye bu işte nasıl önayak olabilirdi?..” Akşam Gazetesi (1950)

Oysa onların göremediğini Lütfi Kırdar görebiliyor ve oluşturduğu bu yeni mahalleyi “İdeal Şehir” olarak tanımlıyordu:

“Şehrin içinde arsa fiyatları yüksektir. Esasen bahsettiğiniz yangın yerlerinin büyük bir kısmı bir numaralı park olacaktır. Bu sebeple şehrin dışında ucuz arazi aradık ve Levent Çiftliği’ni bulduk. Burada bin evlik bir mahalle kurulacak, yeni mahallenin her türlü tesisatı mükemmel olacak. Yollar yapılacak, elektrik, su temin edileceği gibi mahallede bir ilk, bir orta mektep, bir tiyatro, bir sinema, meydanlar, parklar da bulunacak. Hülasa burası ideal bir şehir halini alacak…” Lütfi Kırdar

Büyüdüğüm mahalleye “İdeal Şehir” denmesi ve Cumhuriyet tarihinin önemli isimlerinden Lütfi Kırdar’ın projesi olmasından etkilenmiştim. Daha da önemlisi, kâr düşünmeksizin orta gelirli sınıfa yönelik olarak müstakil evlerle beraber sinema ve tiyatrosu ile çağdaş bir yaşam ortaya konmuş olması, o dönemin ideolojisini daha güzel anlatamazdı…

“Çocukluğumda Levent sokaklarında yürürken ev sahibi olmamızın hazzını hissetmekle birlikte, herkesin evi birbirine benzediğinden de eşitlik duygusu içindeydim.” Gündüz Vassaf

LEVENTLİLER
1, 2, 3 ve 4. Levent olarak dört projede planlanan Levent Mahallesi, 1950-56 yılları arası inşa edildi. Bu dönem, babam ve arkadaşlarının çocukluk yıllarına denk geliyordu. Ekonomik sıkıntı ve siyasi sebeplerden dolayı 1980’lerde yavaş yavaş mahalleyi terk etmiş olsalar da arkadaşlıkları hiç kopmamıştı. Aksine zaman içinde yaşanan kötü olaylarda bile, bir aile gibi bir araya gelip birbirlerine olan destekleriyle beni hayrete düşürürlerdi. Yaş itibari ile arkadaşlarımla görüşmeyi tercih edeceğim senelerde nasıl olur da onların toplantılarına hevesle gitmeyi tercih ederdim, bilmiyorum. Suphi Amca’nın Doğan Apartmanı’ndaki evinde yapılan sohbetler sırasında eski zamanların güzellikleri, yaptıkları yaramazlıklarla dolu hikâyelerle onlar eğlenir, ben ise bir köşede oturup etrafı ve onları izlemekten öteye gidemezdim. Bazen sıkılmayalım diye Rasih Amca (Rasih Nuri İleri) biz çocukları alıp evini gezdirirdi. Duvarlarda asılı duran kuzenim diye gösterdiği Abidin Dino resimlerini incelerken, bir yandan Melike Teyze (Melike Demirağ) Rasih Amca’nın yanına gidip “Ah! Biz sizin kitaplarınızla büyüdük” diye sohbete girip 70’li yıllardan bahsetmeye başlarlardı. Kızlı erkekli kardeş gibi büyümüş olmalarına rağmen gençlik dönemlerinde birbirlerine âşık olanlar da olmuş tabii. Aralarından birinin ansızın “Ben sana ne âşıktım” diyerek ailesine aldırmadan gençlik telaşıyla yazmış olduğu şiiri çıkarıp okumasıyla kahkaha sesleri yükselir, ardından bir anda biri kardeşini hatırlar “Hiç bekler miydik?” diyerek iç çekişlerin içinde sessizliğe gömülürlerdi…

“Kimimiz üç yaşında tanıştık, kimimiz beş, kimimiz yedi, kimimiz on, göçtü kimimiz, toprak olduk göçenlerle uzaklara, çok uzaklara gitti kimimiz, kimimiz hâlâ arar birbirini; kırk kişiydik… Kırk kişiydik bir daldan dut yerdik dutlukta, Arnavutköy sırtlarında çilek yerdik, Yeniköy İskelesi’nde midye tava, Anadolu Kavağı’nda Boğaz’ın çalı karidesini yerdik, kırk kişiydik kızlı erkekli…

Perili Köşk’ümüz vardı ve arkasında karanfil seraları, sonrasında golf sahası, akşamlarında Levent’in yazlık sinema sefalarında kulübümüz, diskomuz, kendi ellerimizle yaptığımız spor sahalarımız ve mahalle kavgalarımız ve lakaplarımız ve aşklarımız ve sevdalarımız ve meydan buluşmalarımız ve partilerimiz, onlu yaşlarımızın coşkun sesleri, ilk öpüşler, ilk yasakları delme uğraşı o yaşların ve bakkallar, köpekleri Levent’in, ev köpekleri ve Harti tilki-çoban kırması maskotu mahallenin… Kırk kişiydik dutlukta, bir daldan dut yerdik, kırk kişiydik dut yer Mete suyu derler bir çeşmeden su içerdik, kırk kişiydik…” Rasih Nuri İleri

Bir gece kahkahaların en yüksek olduğu köşeye odaklandım ki Meryem Teyze (Meryem Emi Bayar Çetin) babasını anlatıyor: “Işık bulacağım diye genel müdürlük mü bırakılırmış? Sen Edison musun yahu?” ve yine kahkahalar büyür. Bu hikâyeyi duyduğumda çok heyecanlanmıştım. Bilmedikleri bir şey vardı… Edison değildi elbet ama “İdeal Şehir”in insanıydı, tabii ki ideallerinin peşinden gidecekti. Hemen onlara bulduğum bilgileri aktarmaya başladım. “İdeal Şehir’de böyle idealist insanların yaşamış olması hikâyeye ne kadar oturuyor” dedim ki “Daha kimler oturuyordu…” diyerek diğer komşularla ilgili bilgilerini paylaşmaya başladılar.

Yaşamın Renkleri (Pleasantville) filmini bilir misiniz? Kötülüğün hiç olmadığı, masum bir kasabadan bahseder. Siyah beyaz film, gerçeklerle yüzleşmeye başladığında renk kazanmaya başlar. İşte o gece büyüdüğüm mahallem ve beni büyüten amca/teyzelerim ansızın farklı kimlikler kazanarak renklenmeye başladı. Hemen karşı evimizde yüksek oktavlı kahkahası hiç eksilmeyen Lütfoş Teyzem meğersem 1954 Türkiye ses kraliçesi, eşi ise ilk Türk itfaiye araç üreticisi Sedat Giray. Yine yolun öteki tarafındaki evde Dilara Teyzemin dedesi, Fecr-i Ati şairlerinden Mehmet Behçet Yazar…

Onlar konuştukça listenin sonu gelmiyordu. Fakat liste daha çok ilklere imza atmış gizli kahramanlarla doluydu: Cumhuriyet’in ilk kadın heykeltıraşı Nermin Faruki, ilk renkli film kameramanı İlhan Arakon, ilk caz orkestrası kurucusu Faruk Akel, ilk kadın su mühendisi, ilk kadın seyyah… Ve onlarla beraber bildiğimiz diğer isimler; Reşat Nuri Güntekin, Göksel Arsoy, Türkân Şoray, Zeki Müren, Yılmaz Güney…

Günlüğünü bulduğum bir Cumhuriyet aydınının ardından giderek kendimi bir Cumhuriyet mahallesinin içinde buluvermiştim. Mahallemin sabah gazetelerinin dağıtıcısı ise eşi benzeri olmayan renklerden biri Aziz Amca…

“Yaşamımın 1953-54 yıllarında, iki küçük çocuğumu geçindirebilmek için, babamın bizi geçindirmek için eşekle zerzevat sattığı durumdan çok daha aşağı düzeylerde işler yapmak zorunda kalmıştım. Bu işlerden biri gazete satıcılığıydı. Daha gün doğmadan Levent’ten Cağaloğlu’na gidip gazeteleri bayiden alır, Levent’e dek taşır, sonra kolumun altındaki gazeteleri Levent’teki evlere dağıtır, gazete satardım. 38 yaşımdaydım, üstelik yüksek öğrenim görmüş, subaylık ve yazarlık yapmış biriydim. Gazete satıcılığı yaptığım o zor günlerimde başım her sıkıştıkça babama koşar, ondan para isterdim. O da her istediğimde verirdi. İşte o zor günlerimde çok düşünmüşümdür : Levent gibi daha yeni kurulmuş bir semtte, çoğunluğu daha yeni mülk sahibi olmuş bi’ takım insanların ortasında yaşıyorduk, yaşamaya çabalıyorduk. İşte o zor günlerimde, kendilerini geçindirebilmek için gazete satıcılığı yapmak zorunda kaldığım için, yaptığım işten dolayı iki çocuğum benden utanıyorlar mıydı?” Aziz Nesin

BİR CUMHURİYET MAHALLESİ ÖYKÜSÜ
Bu süreçte büyük dedemin belgelerinden oluşan iki kitabım yayımlanmıştı. Kitaplar Princeton ve Stanford gibi üniversitelerin kütüphanelerine girdiği halde Türkiye’de çok satılmamıştı. Bu benim için hiç problem değildi. Biliyordum ki toplum olarak okumaya meraklı değildik, benim için o belgelerin tarihe bir arşiv olarak geçmesi adına basılmış olmaları önemliydi. Fakat bu hikâyem öyle değildi. Günümüzün umutsuz ve sadece sıkıntıları dile getirmekten öteye gidemeyen verimsiz insanlarına bir mesaj vermek istiyordum. Bu üreten, idealist mahallelileri tanıtarak onlara örnek alacakları insanlar sunmalıydım. Bu yüzden daha geniş bir kitleye ulaşması adına, görsel alanda belki bir belgesel film ya da bir sergi hazırlamak üzere yola çıktım.

Bu mahalle benim de geçmişimin bir parçası olduğu için, nostaljik bir proje olma riskinden dolayı akademik ortamda projeyi geliştirmek istedim ve yüksek lisans tezi olarak hocalarıma sunmaya karar verdim. Tabii ki hocalarımın tepkileri aynen beklediğim gibiydi. Onlar beni romantik bulmuş, geçmişe de nostaljik baktığımı düşünmüşlerdi. Oysa bu sadece benim bakış açım değildi… Babamın yine Levent’ten mahalle arkadaşı Tunç Abi (Tunç Sirman) Facebook’ta “1950-80 arası Levent Hatıraları ve Fotoğrafları” isminde sadece o dönemler mahallede yaşamış insanların kabul edildiği, bugün 1.000’i aşkın üyesi olan, kapalı bir grup açmıştı. İki sene boyunca grupta paylaşılan üç yüzden fazla fotoğraf ve her fotoğrafın altında paylaşılan diyalogları arşivledim. Artık hocalarımın tepkilerine karşılık referans olarak mahallelilerin diyaloglarını gösterir olmuştum. Ben ise o bin kişinin yalancısıydım. Paylaşılan duygular ise hep aynıydı. Geçmişe, o zamanın mahallesinin değerlerine ve yaşam koşullarına özlem içindelerdi.

Ortaya koymaya çalıştığım toplumsal değişimi, insanların özlem dolu diyaloglarıyla hocalarımı ikna etmem yeterli olmayınca evlere danışmaya karar verdim ve günümüzün Levent evlerinin arasında dolaşmaya başladım. Değişime uğrayarak şirketlere dönüşmüş o evlerden çıkan yeni ürünleri topladım. Heykeltıraş Nijat Sirel’in evi artık lahmacun üretiyordu, Reşat Nuri Amca’nın evinin yeni sahibi elime bir ürün kataloğu uzattı, kiminin yıkılmış duvarlarından bir parça aldım… Ve sonra da 1950-60 senelerinin evlerinde üretilen kitap, yazı, sinema filmi karelerini yan yana koyarak sundum. Bu noktada, artık projemin söylemi gerçeklik kazanmış, danışman hocamın da desteği ile sergimi ortaya koymak üzere hazırlıklara başlamam için tezim onaylanmıştı.

Belirttiğim gibi ben bu hikâyede sadece o dönem yaşamış insanların yalancısıydım. Sergide benden hiçbir yorum veya söylem olmamasına dikkat ettim. Mahalleyi kendi kalemimden fotorealistik çizimlerle ortaya koyarak bu ütopik mahallenin bende yarattığı gerçek ve gerçek dışılık çelişkisini diğer insanlara da hissettirmek istedim.

Tabii tarih araştırmalarına girince diğer yazarlar gibi ipler hiçbir zaman sizin elinizde olmuyor. Siz hikâyeye teslim olmak zorundasınız. Ben de bu sergi hazırlıkları sürecinde bir gün malzeme almak için girdiğim yıkık bir Levent evinin içinde kendimi bahçeye kilitlenmiş bulurken, bir gün kayıp mezarlığın peşinde diğer sayılarda anlatacağım hikâye içinde hikâyelerde buluverdim…

Haberi Paylaş:

Beşiktaş Belediyesi


BKS logo

© 2024 Beşiktaş Belediyesi. Sitedeki tüm metin ve görseller Beşiktaş Belediyesi'ne aittir. İzinsiz kullanılamaz.

F5 İletişim